Gaye insan, ufuk Peygamber Nebiyyi Muhterem (sav), Mekke’den Medine’ye hicret edince acil eylem planı olarak eş zamanlı önemli üç icraat gerçekleştirmiştir. İnsanların gönlüne dokunmak, kalplerini inşa ve ihya etmek için Mescid-i Nebevîyi yaptırmış, kafalarını doğru bilgi ile inşa için mescidin bitişiğine Suffe yatılı okulunu yaptırmış, arkasından da karınların doyurulması için Medine pazarını devreye sokmuştur.
İnsanları kazanmanın ve aidiyetlerini sağlamanın yolu; onların kalplerini, kafalarını ve karınlarını doyurmaktan geçer. İşte Rasûlullah (sav), Medine devletini kurduktan sonra yaptığı bu uygulamalarıyla bize bu mesajı vermiştir.
Türkiyeli Müslümanlarının kalpleri ve kafaları, cumhuriyetin tosuncukları tarafından okullarda uygulanan laik eğitim sayesinde sekülerleştirilerek işgal edildi. Dünyevileşme hastalığı ile muallel hale getirildi. Bu hastalığa bulaşmayanlar, imalat hatası olarak varlıklarını sürdürmektedir. Cumhuriyetle birlikte ivme kazanan “modernleşme süreci” etkisini giderek yaygınlaştırdı. Bu süreçten bizim “mücahitler” de “müteahhitleşerek” nasibini aldı.
Batıdan alıntı olan modern hayat algısı; dinden uzaklaşmayı, Allah’ın emirlerinin kapsama alanından çıkıp heva ve hevesi ilah edinerek, dinden bağımsız, ya da hayata müdahale etmeyen, kişi ile Allah arasında kalan, vicdanlara ve özel hayata mahkûm edilen bir din anlayışı ile hayata bakan insan türünü doğurmuştur. Bu insan türü, dinden bu şekilde kopuşu “özgürlük” olarak isimlendirerek “dindar nesil, dindar gençlik” yetiştirmekle ilgili söz ve uygulamaları, özgürlüklere müdahale olarak değerlendirmektedir. Onun içindir ki Ak Parti iktidara gelince bu kesim, “Türkiye İran olacak, özel yaşamımıza müdahale edilecek” diye yaygara kopardılar. Fakat ne garip tecellidir ki, bu dönemde daha çok soyunmakta, daha çok içkilerini yudumlamakta ve hatta hayvanlardan da özgür yaşamaktadırlar. Bir zamanlar gazeteci Güneri Cıvaoğlu, köşesinde; “Hayvanlar kadar özgür olmak istiyorum” diyordu. Şu an o hale geldi ki, Allahu a’lem hayvanlar onların yaşantısına bakıp hayâ ediyorlar.
İşte böyle bir Türkiye’de insanları karnından/midesinden yakalayan iktidarlar işi götürmüştür. Onun içindir ki Türkiye’yi kırk yıl oyalayan kurt politikacılardan müteveffa Süleyman Demirel, “İktidar tencereden/mutfaktan geçer” demiştir ve de öyle olmuştur ve olmaktadır.
Ak Parti ilk iktidara geldiği dönemlerde yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edeceğini, işçisini, memurunu ve emeklisini enflasyona ezdirmeyeceğini vadederek gelmişti. Enflasyonun yüzde yüzleri geçtiği, esnafın Başbakana yazar kasa fırlattığı, kuyrukların metrelerce uzadığı, emeklilerin maaş kuyruğunda can verdiği bir dönemden sonra bu çağrı ma’kes buldu ve iktidar olunca paradan altı sıfırı atarak paraya değer kazandırdı, enflasyonu kontrol altına aldı. Maaşlara da tatmin edici artışlar vererek bu işleri iyi götürdü. Ama son yılda maaşlarda dengeler bozuldu. Sayıları on altı milyon olan emeklileri, aldıkları maaş geçindiremez oldu. Bir memur emeklisi, emekli olunca çalıştığı dönem aldığı maaşın yüzde yetmişini alırken şu anda yüzde ellinin altına düştü. Bu da emeklilere hayatı çekilmez hale getirdi. Üstüne üstlük Sayın Cumhurbaşkanı seçim gezilerinde Kütahya meydanında millete seslenirken -hem de emekli sayısının en çok olduğu bir şehirde- “On altı milyon emekli var. Bir lira versem bütçeye şu kadar yük getirir, yüz lira versem şu kadar getirir. Onu da bütçe kaldırmaz” deyince emeklilerin şarteli iyice attı. Elin oğlu durur mu? Cumhurbaşkanının Suriyeli mültecilerle ilgili söylediği; “Onlara kırk milyar dolar harcadık, gerekirse kırk milyar daha harcarız” sözünü alıp “Onlara buluyorsun da bize mi bulamıyorsun, biz senin üvey evladın mıyız?” diye sosyal medyada paylaşımlarda bulundu. Diğer ekonomik sıkıntıları da buna ekledi ve seçimlerde “Sayın Cumhurbaşkanım öyle olmaz, böyle olur” diye Türkiye’yi kırmızıya boyadı. Bu sonucu CHP bile beklemiyordu, şaşırdılar. “Ne oldum” delisi sendromu yaşıyorlar.
Moderniteyi hayat tarzı edinen İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Muğla gibi şehirleri alacağından eminlerdi de, cumhuriyet tarihinde hiç alamadıkları Afyonkarahisar ve elli yıldır kazanamadıkları Adıyaman gibi illeri kazanacağını rüyasında görse inanmazdı. Durum böyle olunca Halk TV’deki yorumcular; “Afyonkarahisar’ı ve Adıyaman’ı kazanan CHP, Türkiye’yi haydi haydi kazanır” diye seslerini yükseltmeye başladılar. Bu saatten sonra erken seçim çığlıkları atılmaya başlanırsa şaşmayın.
Demem o ki, kafasına ve kalbine sahip çıkamadığınız, yetmiş yıldır laik, kemalist, seküler eğitime kaptırdığınız insanları, karınlarıyla az çok kendinize bağlıyordunuz. Baştan beri de iyi götürüyordunuz. On altı milyonluk devasa emekli kitlesinin musluklarını kısıp karınlarından desteğinizi çekerseniz olacağı buydu. Gördüğünüz gibi emeklilerin şakası olmuyor. Yok sayılmayı kabullenmiyorlar. Bu seçimde “Biz de varız” dediler. Öyleyse hükümet şapkasını önüne koyup düşünsün. Halk 2007’de de buna benzer uyarı yapmıştı. O gün ders alınmış ve gerekli düzeltmeler yapılarak bir sonraki seçimde oylar yükseltilmişti. Bir de şu Ak Parti içindeki AKP’lilerden, idealsiz çıkarcılardan parti arındırılsa neler olmaz ki!!!
Şunu da belirtelim ki, merhum Üstat Necip Fazıl’ın; "CHP bir parti değil, Türk’e dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur bir katliam müessesesidir" dediği CHP bana; “Bir oy ver, karşılığında sana her gün bir çuval altın ve Boğazda da trilyonluk yalı vereceğiz” dese, oy vermem. Çünkü ben imalat hatasıyım. Elhamdülillah kafam laik/seküler eğitimden arınmış, şeriat ilkeleriyle şereflenmiş, kalbim de “Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla huzur bulur.” (13/Ra’d:28) ayetine canı gönülden inanmış olmasından dolayı sadece Allah’a ibadet etmekle beslenmektedir. Bu kafa ve bu kalbin sahibi olarak karnımı da onların vaadettiklerine satmam. Seçimden bir gün önce “Yarın akşam Saraçhane’nin önünde bira içerek kutlama yapacağız, siz de ağlaya ağlaya sahura kalkacaksınız. Kudurun.” Diye paylaşım yapan heva ve heveslerini ilah edinmiş çukurlarla beraber olmak ve onlara destek vermekten Allah’a sığınırım.
İşte insanımızın kafası ve kalbi işgal altında olduğu için karnına kim el atarsa ona destek veriyor. Karnıyla irtibatını kesenle o da ilişkisini koparıyor, aidiyetini bitiriyor. Onun için insanları tamamen kazanmak istiyorsanız onların kafa ve kalbini laik/seküler işgalden kurtarın, karnını da ihmal etmeyin. Bu konuda Rasûlullah’ın uygulaması rehberiniz olsun.
Türkiye’de dediğim anlamda insanları kazanmanın yöntemi, mevcut eğitim sistemini yeni yamalar yaparak sürdürmekle olmaz. Köklü değişim lazımdır. Bunun için de eğitim sistemimizi kemalist sultadan kurtarmak gerekir. O da ancak 5816 sayılı koruma kanununu kaldırmadan olmaz. Bunun dışında yapılan değişiklikler, kanserli hastanın yatağını değiştirerek ya da yüzünü pudralayarak tedavi etmeye benzer.
Yoksa istediğin kadar yol ve metro yap, tank, tüfek, füze, uçak gemisi, iha, siha, togg üret, yerli ve milli insan üretmedin mi hafif menfaati sarsılsa soğan der, patates der satar. Yerli ve mili insan da, kalp ve kafalarını işgalden kurtarıp Nebevî usulle doyurmak, karınlarını aç bırakmamakla olur. Teemmül oluna.