14 Şubat kimilerini kutlamaya, kimilerini karşı çıkmaya iterken bizi de böyle yazmaya çekiyor işte. Aslında bütün resmi aşklarda maaştan bir önceki gündür ayın on dördü. Şubat ayı enteller için savunulması gereken bir davayken, radikaller için recmedilmesi gereken bir gündür. O gün taşlanarak öldürüldüğü için şubatın bir günü eksiktir. Diğer günü de komada dört yılda bir kendine gelir.
İradesiz tek organ kalp ile tüm irademizi elinde tutan beynin arasındaki yol aşındırmalarında yaşanıyor aşk. İkisinin izdivacından doğar. Batı da izdivaç mefhumu fazla gelişmediğinden olsa gerek tarihe sadece Romeo ve Juliet aşkını sunabilmişler. Ama Doğu öyle mi? Aşkın membağıdır Doğu. Yusuf ile Züleyha, Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin ve daha niceleri bu topraklardan almıştır suyunu. Batıda her şeyin fiyatı olduğu için yalın anlamda bir aşk yakalayabilmiş değiller. Ama Doğuda her şeyin bir değeri vardır fiyatı değil. Aşık olmanın da bir değeri, bedeli vardır. Sevgililer günü kutlanmaz Doğuda, çünkü sevgileri sadece yaşanır ve kederden paylanır her zaman. Şubatın tam ortası da kederdir, otuzu da (otuz şubat: recmedilen gün). Şubat on dört ayın yarısı eder. Mecnun gibi ortasındayız aşkın. Doğuda ama tam da ortasındayız. Çünkü aşk sadece doğar, batışı yoktur. Batışı olmayanın batısı olur mu hiç ?
14 Şubatı herkes kutlayabilir aslında. Herkes kutlar hatta kutlayamadığından yakınanlar bile gün gelir kutlarlar ama bir zümre hariç. Şimdiye kadar onları yazmadılar sevgililer gününde. Biz unutmadık ama onları. Onları yakınınızda aramayın uzaklarda onlar; batıda. Dedik ya batıda aşk olmaz diye, işte onlar ki o aşksız batının sahipleridirler. Yani rahip ve rahibeler. Yeryüzünün tanrıları(!). İsa'nın karısı yoksa rahiplere haramdır evlenmek, ve eğer Meryem de kocasızsa rahibelerde kocasız olmalı. Yeryüzünün tek günahsızları sevgililer günü bu yüzden kutlayamazlar. Dolayısıyla ay ışığı altında “Kalbimin Tek Rahibisin Sen” diye şarkılar düzmezler. Bu paragrafı okuduysanız ve bir rahip değilseniz hala sevgililer gününü kutlama şansınız var demektir.
Her aşık yanma niyetiyle çıkar yola, ama çoğunda yoktur o kabiliyet. Çoğusu tamamlayamaz yolu. Gördükleri ilk bükümden (virajdan) dönerler. Türk usulü başlar sevmeleri ama hesabı Alman usulü kapatırlar; derdin yarısı birinde yarısı diğerinde. Fizik kurallarını alt üt edercesine tuzlu suyun kaldırma kuvvetine inat göz yaşlarında boğulur giderler. Zarifçe bir değişle söyleyecek olursak bahaneler hep hazır, güzel günler çabuk geçer ve içimizde hep bir hoşçakal ülkesi.
Aşkı yazmaya çalıştık yaşamak yerine. Halbuki aşk kağıda yazılmıyordu Mihriban. Küllenmiş günlerdi güzeldi aşk. Bir mutasavvıf, çarşaflı kızın teslimiyetine aşık olurken, bir ateist bu kadar güzel göz, kaş ve dudakları bir araya getiren tesadüfe aşık olabiliyordu. Herkes anlıyordu kalpten kardiyologların olmadığı devirde.İkiye ayrılırdı aşk; Aşkı Hakiki ve Aşkı Mecazi. Satır satır mecazdan öteye geçemedik, halbuki hakikati bulmalıydık. Üç büyük aşk arasında kafamız hep bulanıktı. Dünya etrafımızda dönüyor, Cehennem bize yanık ve Cennet bize hasret. İşte bu üç bilinmeyenli denklem arasından sıyırıp çıkarmalıydık aşkı. Ne demişti Fuzuli;
Mende Mecnun'dan füzun aşıklık isti'dadı var
Aşık-i sadık menem Mecnun'un ancak adı var.
Bu mısralardaki gibi hakiki aşkı yakalayabilenlerden olmak ümidiyle.