1 Nisan (Hile Günü):

Fazlı Kartal

       XV. yüzyılın sonlarına doğru İspanyollar, Endülüs Emevilerine ait son kaleyi -Gırnata'yı- kuşatırlar. Kuşatma çok uzun süre devam eder ancak kış şartlarının etkisiyle İspanyollar kaleyi alamaz. Bu durum karşısında İspanyol komutanın aklına şeytani bir plan gelir ve hemen onu uygular. Komutan, kalenin önüne gelerek bir elinde Kur'an-ı Kerim'i diğerinde ise İncil'i tutarak seslenir:

       -''Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki eğer teslim olursanız size hiçbir şey yapmayacağım.'' der.

       Bunun üzerine görüşmeler başlar ve Müslümanlar, canlarına ve mallarına zarar gelmeyeceği garantisi ve bu ülkeden sağ salim ayrılmalarına izin verilmesi şartıyla kaleyi teslim edeceklerini bildirir. Anlaşma iki tarafça da kabul edilir. Sabah yani 1 Nisan'da Müslümanlar kaleyi teslim edip çıkmaya başlayacakları anda esir alınırlar. Etrafları kana susamış canilerce kuşatılan Müslümanlar, derhal anlaşmanın gereğinin yerine getirilmesini ister. Tabii komutanın cevabı utanç vericidir:

       -''Benim sözüm dün içindir. Bugüne dair size verdiğim sözüm yoktur!''

       Sonrasında ise oradaki bütün Müslümanları işkence ettirerek katleder. İşte o günden beri kutlanan 1 Nisan'ın ortaya çıkış hikâyesi budur maalesef!

O gün İspanya’da şartlar sadece Müslümanlar için zor değildi elbette. Bu olumsuzluklardan Yahudiler de payına düşeni alıyordu. Bu vahşete seyirci kalmayacak bir devlet vardı ve o da çoktan inisiyatif almış gemilerini yola çıkarmıştı. İspanya’ya ulaşan Osmanlı denizcileri, müthiş bir operasyon yaparak zulme maruz kalan Müslümanları ve Yahudileri İspanya’dan çıkardı.  Kendi topraklarına aldı bu mazlumları.  Bu zulümden kurtarılan adlarına da Sefarad Yahudisi denilen bu zümre; İstanbul, İzmir, Selanik ve Safed kentlerine yerleştirildi. Bugün Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti adını alarak kurulan yeni Türk devletinin sınırları içinde yaşayan Yahudilerin %90’ı işte bu Sefarad Yahudileridir. İspanya’daki bu zulümler Yahudiler için son olmayacaktı; bunu daha sonraları Fransa, Orta Avrupa ve Rusya’daki Musevilere uygulanan ağır baskılar yani yeni zulümler takip edecekti. Yine şaşırmayacağınız şey olacaktı elbette! Bu Museviler de Osmanlıya göç ederek kurtulacaklardı. Velhasılıkelam ki Osmanlı cihana yön verdiği yüzyıllarda sadece İslam’ın sancaktarı, Müslümanların muhafızı değildi; aynı zamanda da hangi dinden olursa olsun gayr-i Müslimlere de hamilik yapan bir insanlık abidesiydi. Ancak gözü dönmüş ve alenen zulmeden bir Avrupa, insanlığın gözleri önünde pişkin bir biçimde bu utanç verici hallerini sergilerken ve zerre kadar utanma emaresi de taşımazken Avrupalı sözde yazarlar, Osmanlının bu kucak açmalarına tam da onlara yakışacak bir üslupla “Osmanlının gayr-i Müslimlerden vergi almak için adı geçen insanları kendi sınırlarına yerleştirdi.” demekten kendilerini alamamışlardır.

Zaman değişse de bir yerde zulüm gören mazlum var ise kurtuluş için gözünü Türklere çevirmekte. Bilmekteler ki Türkler hangi dinden hangi ırktan olursa olsun mazluma kapısını açacaktır geçmişte olduğu gibi. Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi… İşte yine bugünün en büyük kanayan yarası Rusya-Ukrayna savaşı. Bu savaşı sona erdirmek için dünyanın sözde büyük büyük devletleri laf üretmekten başka bir şey yapmıyorlar.  

Rusya ve Ukrayna’nın müzakere heyetleri İstanbul’da buluştular. Dolmabahçe’de gerçekleşen tarihi zirve doğal olarak da dünya basını ve kamuoyunda büyük yankı yarattı. Öyle ki Alman gazeteci W. Weimer, ateşkesin yapılabilmesi için Birleşmiş Milletlerin, Fransa Cumhurbaşkanı, Almanya Başbakanı, İsrail, İsviçre, Papa veya Avrupa Birliği’nin değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da organize etmeyi başardığını söyledi. Ayrıca çok sayıda uluslararası basın kuruluşu da Rusya ve Ukrayna’nın Türkiye’ye güvendiğini ve minnettar olduğunu aktardı. Kısacası Türkler komşuluk vazifesini hakkıyla yapmaktadır.