Mevsim ilkbahar. Aylardan Mayıs. Ordu’da sessiz gece. Ay dağların arkasından başını çıkarıp dilsiz terlikleriyle göğün balkonlarına tırmanıyordu. Her yanı ılık süt tadında saran havada, başı mor dumanlı Boztepe’nin yemyeşil eteklerinden güller, yaseminler, kekikler baş döndürücü yarışa girişmişti kokularıyla. Yıldızlar kırda sere serpe saçılmış çiçekler gibi selamlıyordu, 1967 yılının ilkbaharında. Uzaklardan bir süvari dünya’ya doğru yolları tozu dumana katarak dörtnala atını sürmüş gibi ileri atıldı. Bir bebeğin çığlıkları gecenin en sert duvarına vuran inatçı çekiçti!
Ömrü gurbette geçen o bebek, Allah’ın Murad-ı İlahisi neticesinde şimdi bu satırların yazarı. Aslında hepimiz gurbetteyiz. Anayurt Cennet’ten uzakta ve sürgündeyiz. Aslında dünyada yaşamıyoruz, dünyadan geçiyoruz. 1 Mayıs herkes için farklı şeyler ifade edebilir. Bugün benim doğum günüm. Yine ömrümden bir yaprak düştü, her gün kara toprak biraz daha çekiyor kendine beni. Doğum gününün anlamı yaşadıklarınıza göre değişir, ya kaçmış bir şeyler vardır ya da yakalanması gereken. Doğum gününün anlamından çok, hayatın anlamını düşünmeli insan. Doğum günü saz, caz, kavalla cümbüş yapmak günü değil, ‘’hesap günü’’dür. Geçen bir yılda ne kazandın ne kaybettin, önünde sonsuz bir Cennet ve sonsuz bir Cehennem duruyor. Sürgündeyiz, 18.000 alemden biri olan dünyada geçici olarak ikamet ediyoruz ve yakında Allah’a döneceğiz. Hayatımızı sorgulamalıyız, sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez. Çünkü kopya çekemeyeceğiniz tek sınav ‘’hayattır’’ Hayat bazen asla hayal edemeyeceğiniz bir yerde bekler. Tıpkı siz bu yazıyı okuduğunuz esnada beni dünyanın uzak bir köşesinde Tanzanya’da beklediği gibi. İşte benim doğum günüm! Allah Kerim’dir…
Çok eski çağlarda kişiyi ölüm yıldönümü ile anmak adetti. Zaten kimsenin doğduğu gün bir yere kaydedilmiyordu ki bilinsin. Önce Mısırlılar sonra da Babilliler hükümdarlık ailesinin erkek çocuklarının doğum günlerini kaydetmeye ve zamanın takvimine göre kutlamaya başladılar.Tarihte kayda geçen ilk doğum günü kutlaması, milattan önce 3000 yıllarında yaşamış bir Firavuna aittir. Mısır ve Pers medeniyetlerinden Yunanlara geçen doğum günü adetine burada pasta kesme de eklendi. Ay'ın ve avcılığın ‘’tanrıçası’’ sayılan Artemis için her ayın altıncı günü doğuşunun şerefine kesilen pastaya Ay ışığını simgeleyen mumların ilavesi de bu devirlerde olmuştur. Yunanlarda da sadece erkeklerin doğum günleri kutlanmış hatta bu kutlamalar kişi öldükten sonra da devam etmiştir.
Bugünlerin en önemli duygusal beklentisi sevdiklerin tarafından hatırlanmaktır. Ben hayatta en çok oğlum tarafından hatırlanmak isterim. Bir insanın bir insana verdiği en güzel hediye sevgi, bir babanın aldığı en güzel hediye çocuğundan aldığı hediyedir.
Adam küçük çocuğunu, pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Çocuk, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı…
Doğum günü sabahı çocuk, paketi getirip:
– ”Bu senin babacığım” dediğinde çok üzüldü.
Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti oğluna. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı. Fakat kutunun içi boştu.
Oğluna gene çıkıştı:
– “Birisine hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük bey?..”
Çocuk gözlerinde yaşlarla babasına baktı.
– ”O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!”
Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, oğluna sarıldı. Beraberce ağladılar.
Adam, o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik oğlunun sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı. Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir. Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek…