7 Haziran seçimleri güç dengelerini değiştirmek, Türkiye’nin yürüyüşünü ve istikametini etkilemek isteyenler açısından bir anlamda milat oldu. Ülke gündemine oturan konular yüz seksen derece değişti.
Süreç, hep söylediğimiz gibi, Gezi olayları ile başlamıştı. Bu olaylar aslında tahminlerin üzerinde bir tahribat yap(mış)tı. Seslendirilen eleştiriler çevre, tanınma, temsil, kişilik, kendini ifade gibi değerler etrafında yoğunlaştı. O zamana kadar o yoğunlukta dillendirilmeyen talepler ilk kez ve etkili bir şekilde ifade edildi. Şiddet kullanarak, çevreye tahribat yaparak ve başkalarının kendilerini ifade etme haklarını engelleyerek hem de.
Akabinde 17, 25 Aralık süreçleri bir başka açıdan ve hiç kimsenin beklemediği bir alandan giriş yaptı: Yolsuzluk. ‘Ak kadrolara kara lekeler’ sürüldüğü fikri başta parti üst yöneticileri olmak üzere teşkilatlarda çok ciddi bir reaksiyon oluşturdu.
İki alan hükümetin en rahat olduğunu düşündüğü alandı. 3 Kasım 2002’de başlayan Ak Parti döneminde AB süreci öncülüğünde başlayan demokratikleşme, hak ve özgürlüklerin yaygınlaşıp, kökleşmesi, çevrede bulunan ve Demokrat Parti dönemiyle beraber iktidara yaklaşmak ve ondan pay almak isteyen kesimleri güce ve kaynaklara, yani merkeze doğru yaklaştırmıştı.
Gezi olayları aslında bu anlamda bir ‘karşı devrim’ girişimidir. Elitist çevrelerin öncülüğünde. Boğazda oturan ve viskisini yudumlayan ‘sanatçılar’, ‘iş adamları’ hak, hukuk diyorlar.
Çevreden, Anadolu’dan gelerek yetki kullanmaya, güce hükmetmeye çalışan ve belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kendine güven duyan kesimleri tekrar evlerine, köylerine ve ‘küçük’ dünyalarına geri gönderme fikri.
Yolsuzluk suçlamaları gene aynı kategoride değerlendirilmesi gereken bir husus. 2001 ekonomik yıkımından altı ay sonra kurulan bir parti, o atmosfer ve yolsuzluğun körüklediği ekonomik kriz kaygıları henüz izale edilmeden iktidara geliyor. Aradan geçen on yılı aşkın süre zarfında kayda değer hiçbir yolsuzluk iddiası da yok.
Bunca gücüne, merkez partisi olması nedeniyle, homojen olmayan yapısına rağmen ve neredeyse Anayasayı değiştirebilecek çoğunluğuna karşın yolsuzluk iddialarının bulunmaması parti açısından en büyük artı idi.
Beklemedikleri, ama aslında en güçlü oldukları kanaatine sahip oldukları iki alandan soru çıkınca Ak Parti sınavı pek önemsemedi. İddiaların aslı, astarı olmadığını düşündüğü için cevap verme ihtiyacı bile duymadı.
Ama ‘algı operasyonları’ tam da bu durumlar içindir. Ayakkabı kutularının temsil ettiği imaj ve Cumhurbaşkanının tavırlarına yapılan vurgunun akabinde sürdürülen sistematik tartışmalara bir de ‘Saray’ muhabbeti eklenince alın size ‘yolsuzluk’ alın size ‘diktatör’ algısı…
HDP’nin İstanbul oyu bunu yansıtıyor. Marjinal çevreler, Kürt seçmen, Ak Partiye ders verme ve sesini duyurma derdiyle hareket eden kesimler bu olaylarla yönlendirildiler.
Doğu ve Güneydoğu’daki seçmen de kimlik ve kendi varlığını duyurma hissiyatıyla HDP’ye oy verdi.
Bütün bunlar Gezi Parkı ile başlayan sürecin meyveleri. Kürt seçmen etnik anlamda ‘buradayım’ demek istedi. Gezi’de ‘biz buradayız’ diyenler, neticeyi HDP üzerinden ‘devşirdiler’.
Oysa, Çözüm Süreci onlar içindi. Devletin Başbakanı ‘neye mal olursa olsun bu süreci başarıya ulaştıracağız’ demek suretiyle siyaseten çok ciddi bir riski alarak sahiplenmişti sürece. Devletin kendilerine tanıdığı onca hak ve özgürlük gene bu dönemde verildi. Ama seçmen ‘algı operasyonuna’ yenik düştü.
Öte yandan, belli çevrelerce yayılan yolsuzluk söylemleri insanlara ‘yoksulluğunu’ hatırlattı. Muhalefet partilerinin asgari ücret, emekli ve dar gelirliler için vaatleri bu nedenle çok ‘tuttu’. İnsanlar yolsuzluğa inanmasalar da arka planda yoksul oldukları hissiyatına kapıldılar. Zira yoksulluk gene algıyla alakalı bir mevzu. Asgari ücretli olup kendini yoksul hissetmeyen olduğu gibi, onun beş-on katını kazandığı halde hisseden de bulunabilir.
Servis edilen ‘ayakkabı kutusu’ ve ‘para sayma makinası’ görüntüleri insanların iştahını kabarttı. Ekonomik anlamda taleplerini artırdı.
Kanaatimce 7 Haziran’da Ak Parti açısından ihmal edilen iki boyut buydu. Seçim propagandalarını ve söylemlerini ben belirlemiş olsaydım bu iki hususa daha çok vurgu yapardım.
Bugünlerde yürütülen terörle mücadeleyi bile görmezden gelerek, Ak Parti’nin halktan uzaklaştığı, Kürt seçmeni küçümsediği söylemine yönelen çevreler hala aynı noktaya vurmaya devam ediyorlar.
Geçen sene Başbakan Davutoğlu tarafından altı çizilen Etik İlkelere bu seçim döneminde vurgu yapıldığını duymadım. Türkiye’nin demokratikleşmesi için neler yapıldığı, daha neler yapılacağı hususlarına referans verildiğini işitmedim.
Asıl soru şu: Ak Parti seçmenine duymak istedikleri şeyleri duyu