Selçuklu Devleti Haşhaşî'lerle nasıl mücadele etti
Terör örgütü Haşhaşîlerin en belirgin özelliği; faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürütmeleri ve kendilerine muhalefet edenleri suikast yöntemi ile yok etmeleridir.
Bu sebeple “Suikastçılar Tarikatı” olarak da adlandırılmışlardır. Bâtınî hareket uzun yıllar imamlar ve dâîler tarafından son derece gizlilikle yürütülürken Hasan Sabbâh’ın liderliğinde “yeni bir kimlik” kazanmış ve böylece “Haşhaşîlik” ortaya çıkmıştır.
Haşhaşîler etki altına alamadıkları insanları kendilerine muhalif kabul etmişler ve onlara “şüphe” ile bakmışlar, bazılarını da zehirli hançer ile cezalandırmışlardır. Zaten Haşhaşî felsefesinde; dâîlerle propaganda, tehdit, sindirme, psikolojik baskı, muhaliflere suikast vazgeçilmez unsurlardır. Böylece birçok idareciyi kendi saflarına çekmişler ya da onları kendilerine karşı pasif konumda tutmayı başarabilmişlerdir. Diğer taraftan insanların beyinlerini uyuşturarak akıllarını kullanamaz ve mantıklı hareket edemez hale getirmişlerdir.
Haşhaşîlerin “Gülistan Dağı”nda kurdukları “Cennet Bahçe” ne kadar sun’î ve sahte idiyse, Türk İslam kültür ve medeniyeti içerisindeki tabiatları da o kadar sun’î ve sahtedir. Çünkü Haşhaşîlik, İslam esaslarıyla asla bağdaşmayan bir düşünce yapısına sahiptir.
İslam tarihi incelendiğinde görülecektir ki; hiçbir görüş ve mezhep Haşhaşîler kadar toplumsal huzursuzluğa, haksız hukuksuz uygulamalara ve kan dökülmesine sebep olmamıştır. Abdülkahir el-Bağdadî’nin de ifade ettiği gibi “Haşhaşîlerin Müslümanlara verdiği zarar Yahudilerin, Hıristiyanların ve Mecusilerin vermiş olduğu zarardan daha büyüktür. Hatta materyalistlerin, kapitalistlerin, ataistlerin ve kafirlerin öteki kollarının sebep olduğu zararlardan daha büyüktür. Çünkü Müslüman halkın ve devletin bünyesini bir kanser mikrobu gibi için için kemirmişlerdir.
Haşhaşî yönetici ve öğretmenlerden Hasan Sabbah, İbn Attaş, Nasır-ı Hüsrev ve diğerleri iyi bir eğitim öğretim görmüş “aydın” dır. Ama yayılma alanı olarak şehirlerden daha “avantajlı” olan dağlık bölgeleri seçmişlerdir. Hasan Sabbah’ın adamlarına söylediği: “İçinde çırağ olan bir eve girmeyiniz” sözü onun ilimden, sağlam inanç ve düşünceden ne kadar çok korktuğunun bir göstergesidir. Bu sebeple Haşhaşîler “Yeni Davet” sloganıyla hedef kitle olarak İslam dinini iyi bilmeyen özellikle cahil, saf, fakir fukara, yersiz yurtsuz olanlara yönelik bir propaganda takip ederek sızma, savunma ve saldırı stratejisi geliştirmişler, Türk İslam coğrafyasında yıkıcı faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Sünnîlik karşısında Şiîliği hâkim kılmak isteyen Fâtımîler gerek kurdukları propaganda merkezleri gerekse Nâsır-ı Hüsrev, Ebû Hatim er-Razî, Ebû Hanife Nu’man el-Mağribî gibi felsefe ve fıkıh alanlarında şöhretli dâîleri sayesinde Haşhaşî faaliyetlerin maddi manevi destekçisi olmuşlardır. Bu amaçla saraylar, kütüphaneler ve mescitlerde özel oturumlar gerçekleştirmişler, Haşhaşî düşüncenin Bağdad halifeliğini ve Sünnî düşünceyi tehdit eder hale gelmesi için çalışmışlardır.
Selçuklu Devleti’nin Haşhaşîlere bakışı ve mücadelesi
Haşhaşîlik, Şiî/İsmailî bir inancı içinde barındırdığı, gerçek İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı için Büyük Selçuklu Devleti bu inanç ve düşüncenin karşısında yer almıştır. Çünkü kuruluş döneminden itibaren Selçuklular Sünnîliğin en büyük koruyucusu olmuşlardır. Haşhaşîliğin sahte İslamı içinde barındırdığını, Haşhaşîlerin de terörist olduğunu farkettikten sonra da onlara yönelik gerekli tedbirleri almışlardır. Bununla beraber Bâtınî görüşlere sahip Haşhaşîlere karşı toplu ve ayrımsız bir dışlama yapılmamıştır. Ancak onların faaliyetleri kısıtlamak için ya da devlet işlerinde bir vazife verilmemesi için gayret edilmiştir. Selçuklu sultanları Müslümanları Haşhaşîlerin elinden ve zulmünden kurtarmak için çalışmışlardır.
Büyük Selçuklu sultanları Haşhaşîlerle mücadeleyi bir devlet politikası olarak belirlemiş ve Sultan Berkyaruk dönemi istisna titizlikle uygulamaya çalışmışlardır. Berkyaruk döneminde de Haşhaşîlere yönelik yaptırımlar devam etmiş ancak diğer sultanlar kadar kararlılıkla uygulanamamıştır.
Tuğrul Bey sonrası istihbarat teşkilâtının bizzat Sultan’ın Alp Arslan’ın emriyle dağıtılması devlet adına bir talihsizlik, Haşhaşîler adına da bir şans olmuştur. Gizlice ve sinsice örgütlenen Haşhaşîler, yeterince takip edilemedikleri için Selçuklu şehirlerinde ve kalelerinde kökleşme imkânı bulmuşlardır.
Selçuklu sultanlarının ve devlet erkânının Haşhaşîler örgütüne karşı tutumu şu başlıklar altında toplanabilir: Devleti koruma mücadelesi, fikri mücadele, silahlı mücadele.
Devlet kendini nasıl korudu?
Selçuklu devlet erkanı ülkeyi Haşhaşîlerden korumak için gerekli tedbirleri alırken onların devlet kurumlarına sızmalarını önlemeye yönelik çalışmalar da yapmışlardır. Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk devlet hizmetine alınacak İranlılar’ın bilhassa dinî inanış bakımından temiz Müslüman olmalarına çok dikkat etmiş ve böyle yapılmazsa devletin varlığının bile tehlikeye düşebileceğini ifade etmiştir.
Sultan Alp Arslan beylerinden Erdem’in maiyetinde Şiî/İsmailî inanca sahip birinin çalıştığını öğrenince çok sinirlenmiş ve Erdem’e: “Senin kâtibin olan Hurdâbe dedikleri o adamcağız, Haşhaşî değil midir?” diye sormuş, Erdem Bey: “Ey bendelerinin efendisi, o eğer hep zehir olsa, bu dergâhın sakinlerine ne zarar verebilirki?” demişti. Huzura getirilen kâtibin Sultan’a Haşhaşî değil Şiî olduğunu söylemesi üzerine Alp Arslan: “Ey kötü adam, Râfızî mezhebi o kadar iyi midir ki, onu Haşhaşî düşüncene kalkan yapıyorsun?” diyerek kâtibi cezalandırmıştır. Sonra da: “Suç bu adamcağızın değildir, suç kötü inançlı birini kendi hizmetine alan Erdem’indir. Düşmanlarımız aciz kaldıkları müddetçe itaat gösterirler. İşlerde zayıflık zuhur ederse, öç almaya çalışırlar” demiştir. Böylece Haşhaşî yapılanmaya karşı tavrını ortaya koymuş ve devlet adamlarının da onlara karşı dikkatli olması gerektiğini ifade etmiştir.
Sultan Muhammed Tapar’ın Divan’dan Iraklıları uzaklaştırıp onların yerine Horasanlıları yerleştirmesi devlet içinde yapılanmalarını önlemeye yönelik yapılan bir icraattır. Iraklıların Haşhaşî olduklarının ihsas ettirilmesi sonrası Muhammed Tapar onlarla daha etkili mücadele edebilmek için bu yola başvurmuştur.
Selçuklu sultanları devletin önemli mevkilerinde kendisini gizlemeyi başarabilen ancak devlete ve millete ihanet eden Haşhaşîler tespit edildiklerinde hem onları hem de onlara yardım ve yataklık edenleri en ağır şekilde cezalandırmışlardır. Mesela Sultan Muhammed Tapar en güvendiği adamlarından biri olan Veziri Sadü’l-Mülk-i Âbi’nin kuşatma altındaki Haşhaşîlere yiyecek içecek ve ihtiyaç duydukları her şeyi gönderdiğini ve alınan kararları gizlice bildirdiğini öğrenince ve onun Haşhaşî olduğu kesinleşince onunla birlikte dört arkadaşını İsfahan kapısında astırmış ve ibret-i alem olsun diye de csetlerini birkaç gün orada bıraktırmıştır.
Haşhaşî düşünceyi ortadan kaldıracak kurumlar oluşturmak
Selçuklu sultanları ülkelerini Haşhaşî propagandadan korumak için çalışmışlardır. Sultan Tuğrul Bey’in 1055 yılında gerçekleştirdiği Bağdat Seferi sonrası Şiî Büveyhîlere son vermesi onun ülkesini Şiî inanç ve düşünceden korumaya çalıştığının açık göstergesidir. Sonraki yıllarda tahta çıkan sultanlar da Şiî/İsmailî inanç konusunda son derece duyarlı davranmışlar ve Sünnîliği İslam dünyasında hâkim kılma siyasetini uygulamışlardır. Diğer taraftan Fâtımîler ise Selçukluların aksine Şiîliği ve Bâtınîliği hem inanç olarak uygulamış hem de devlet politikası olarak siyaseten takip etmişlerdir.
Şiî-İsmâlî bir devlet olarak ortaya çıkan Fatımîler, Şiîlik hareketini ilmî esaslara bağlamak, dâîler yetiştirebilmek için “Dârü’l-Hikme” adı verilen eğitim kurumlarını kurmuşlardır. Bu kurumlarda yetişen İsmâilî dâiler sınır ötesi ülkelere giderek propaganda faaliyetlerini gerçekleştirmişler ve olumlu sonuçlar almışlardır. Mısır’daki “el-Ezher Camii ve Medresesi” de bu dönemde Şiî akîdesini öğretmek ve dâîler yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Nizâmü’l-Mülk de Şiî/Bâtınîlik hareketinin ileride Selçuklular için büyük tehlike oluşturabileceğini düşünerek Sünnîliği korumak için sadece silahlı değil ilmî ve fikrî mücadelenin de gerekliliğini ortaya koymuş, Sultan Alp Arslan’ın desteği ve yardımlarıyla onun devrinde ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında başta Bağdad olmak üzere, Irâk-ı Arab, Irâk-ı Acem, Horasan, Mâverâünnehr, Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde “Nizâmiye Medreseleri” inşa ettirmiştir. Bir taraftan mevcut Haşhaşîlerle mücadele edilirken diğer taraftan onların propagandalarını boşa çıkaracak, düşüncelerine karşı duracak ilmî ve fikrî kurumlar inşa edilmiştir.
Terör örgütü Haşhaşîlerin bilinen ilk cinayetleri Save’li bir müezzinin öldürülmesiyle başlar. Haşhaşîlerin öldürdüğü ilk devlet adamı da Vezir Nizâmü’l-Mülktür. Onu ilk hedef olarak seçmiş olmaları tesadüfî değildir. O, Haşhaşîler üzerine ordular sevk edip muhasara ettirmekle yetinmemiş, zehirli propagandalarına karşı da Nizamiye Medreseleri’ni tesis ettirerek ilmen ve fikren de onlara karşı yeni bir cephe açılmasına sebep olmuştur.
Halkın bilinçlenmesini ve tepkisini sağlamak
Selçuklular döneminde Haşhaşîler sokak başlarında bıraktıkları âmâ dilencileri bile cinayetlerine âlet ediyorlardı. Âmâları evinin kapısına kadar götürenler içeri alınıp öldürülüyor ve hazırlanan dehlizlere atılıyorlardı. Bu şekilde öldürülenlerin sayısının çokluğu halkın meşhur âlim el-Hocandî’nin önderliğinde ayaklanmasına ve bu cinayetlere âlet olan âmânın ve diğer Haşhaşîlerin katledilmesine sebep oldu. Muhtemelen devlet erkanı halkın bu ayaklanmasından rahatsız olmadı hatta destekledi. Böylece halkın Haşhaşîlerden korkmaması ve bertaraf ederek kendi içlerinden temizleyebilecekleri düşüncesinin yerleşmesi amaçlanmıştır.
Haşhaşîlerin faaliyetlerinden çok rahatsız olan Âmid (Diyarbekir) halkı da şiddetli bir tepki göstererek 1124 sonları 1125 başlarında şehirde oldukça çoğalmış olan Haşhaşîlere karşı ayaklanmıştır. Halk yedi yüz kadar Haşhaşîyi öldürmüş bu olaydan sonra Haşhaşîlerin bölgedeki durumları iyice zayıflamıştır.
Selçuklu sultanları Haşhaşîlerle silahlı mücadeleye de girişmek zorunda kalmışlardı. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra oğulları ve hanedan üyeleri arasında başlayan taht kavgalarıyla oluşan karışık ortamdan istifade eden Haşhaşîler Türk İslam coğrafyasının her yerinde, her makam ve mevkide yayılmak ve yer edinmek istediler. Saltanat mücadeleleri esnasında asker arasına girerek birçoğunu aldatmayı ve Haşhaşî yapmayı başardılar. Böylece orduda nüfuzları artınca kendilerine muhalif olanları şantaj, korkutma, sindirme ve ölümle tehdit etmeye başlamışlardı. Sultan Berkyaruk Haşhaşîlerle mücadele etmek için daha fazla zaman ve para ayıramadı. Bununla birlikte Haşhaşîler yine de onun yönetiminden memnun değillerdi. Haşhaşî düşmanı birini vezir tayin etti diye Eylül 1095’de Berkyaruk’a suikast düzenlemişlerdi. Nisan 1101’de Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasında meydana gelen savaştan sonra Berkyaruk’un ordusundaki Haşhaşîlerin sayısı da güç ve kuvvetleri de artmıştı. Sultan Berkyaruk’un saltanat mücadelesi verirken ordusunda Haşhaşîleri istihdam etmesi ve onlarla işbirliği yapması, sonraki dönemlerde Emir Üner ve diğer bazı meşhur kumandanları bertaraf ederken onları kullanması zaman zaman Haşhaşî olarak itham edilmesine sebep olmuştur.
Haşhaşîlerin gün geçtikçe verdikleri zararların artmasından rahatsız olan devlet adamları Sultan Berkyaruk’a “Bu Haşhaşîlerin başını şimdi ezmezsek sonra onların hakkından gelemez ve zararı telafi edemeyiz. Zaten halk da bizi Haşhaşî olarak görmeye başladığı gibi Muhammed Tapar’ın adamları ve askerleri de savaşlarda bize Haşhaşîler diye bağırıyorlar diye şikâyette bulundu. Bu gelişmeler sonrası Sultan Berkyaruk Haziran 1101’de Haşhaşîlere karşı silahlı mücadeleye girişmiş, üç yüz Haşhaşî öldürülmüş, bu arada suçsuz bazı kimseler de Haşhaşî ithamıyla cezalandırılmıştır. Sultan Berkyaruk Abbasi Halifesi Mustazhir’den de Haşhaşîlikle itham edilenlerin yakalanmasını istedi. Aynı âkıbete uğramaktan korkan halk Haşhaşî diye yakalananları da müdafaa etmekten çekiniyordu. Aynı yıl Emir Bozkuş Haşhaşîler üzerine sefere çıktı, Kuhistan çevresinde çok sayıda Haşhaşî öldürüldü. Daha sonra Tabes Kalesi’ni kuşattı surlarını yıktı ancak kaleyi ele geçirmek üzere iken Haşhaşîlerin rüşvet teklifini kabul ederek kuşatmadan vazgeçti. Aynı yıl sefere çıkan Çavlı Sakav çok sayıda Haşhaşîyi öldürdü. İki yıl sonra Emir Bozkuş Tabes Kalesi üzerine yeni bir sefer düzenledi ve çok sayıda Haşhaşî öldürüldü.
Haşhaşîler Sultan Berkyaruk dönemindeki karışıklardan yararlanarak sürdürdükleri cinayetlerini Muhammed Tapar döneminde arttırarak devam ettirdiler. Kendi düşüncelerine muhalefet eden din adamlarını ve faaliyetlerini kısıtlayan devlet adamlarını öldürdükleri gibi düşman ve rakiplerini bertaraf etmek isteyen siyasiler de onları birer kiralık katil olarak kullanmışlardır.
Haşhaşîlerle mücadeleyi küffar üzerine gazaya tercih eden Sultan Muhammed Tapar, Berkyaruk devrinin istikrarsız politikasıyla gittikçe zararlı bir hale gelen hatta bizzat Sultan Berkyaruk’un da katliama girişmek zorunda kaldığı Haşhaşîleri yok etmekte kararlı idi. Bu sebeple tahta çıkınca ilk icraatlarından biri Haşhaşîler üzerine sefer düzenlemek oldu. Haşhaşîler üzerine ilk seferini Şahdiz Kalesi’ne yaptı ve bu fesat ve cinayet yuvası ele geçirildi. Kale komutanı İbn Attaş ve diğer Haşhaşîler öldürülerek cezalandırıldı. Saltanatı boyunca Haşhaşîlerle mücadele etti ve onların merkez karargâhı olan Alamut’u almak için çalıştı. Haşhaşî bataklığı ve fitne kaynağı olan Alamut Kalesi’ne sefer düzenledi. Vezir Ahmed b. Nizamü’l-Mülk’ü Hasan Sabbah üzerine sevk etti. Alamut Kalesi tam alınmak üzere iken Muhammed Tapar vefat etmiş ve Haşhaşîlerin tamamen ortadan kaldırılamamıştır.
Sultan Sencer tahta çıktıktan sonra Haşhaşîler üzerine hemen sefer düzenleyememiştir. Bu durum Sencer’in kendisine suikast düzenleneceğine dair korkularına bağlanmıştır. Aslında Sultan Sencer saltanatının ilk günlerinden itibaren Haşhaşîlerle mücadele etmek istemiştir. Ancak Hasan Sabbâh tarafından devletin tüm kademelerine yerleştirilen Haşhaşîler aracılığıyla yapacağı bütün faaliyetlerin bilgisi sızdırıldığı için bir müddet onlara yönelik bir sefere çıkamamıştır.
Sultan Sencer’in bir süre sonra vezirinin de öldürülmesine rağmen Haşhaşîler üzerine kararlı bir şekilde gidememesi ve Haşhaşî hareketinin ve eylemlerinin giderek artması, Abbasî Halifesi Müsterşid Billâh tarafından Sencer’in Haşhaşîlere karşı tutarsız bir şekilde mücadele etmekle suçlanmasına neden olmuştur. Sultan Sencer, Halife’ye yazdığı mektupta Haşhaşîlerle mücadelede pasif kalmasına gerekçe olarak şehirlerde yerleşmemeleri ve yollarda karışıklık çıkarmamaları şartıyla eman verildiğini belirtmiştir.
Sultan Sencer 1126 yılında Haşhaşîlere karşı askerî mücadeleye girişmiştir. Sencer’in bu davranışında Hasan Sabbâh’ın ölümü sonrası Haşhaşîlerin zayıflamış olduğuna dair düşünceleri, Haşhaşî düşmanı veziri Kâşânî’nin ve diğer devlet erkanı ile halkın baskısı da etkili olmuştur. Sultan Sencer’in veziri Kâşânî, Haşhaşîlere karşı cihad edilmesini, bulundukları ve yakalandıkları yerlerde öldürülmelerini, mallarının yağmalanıp, kadınlarının esir alınmalarını emretmiş ve Kuhistân’daki Beyhak’a Selçuklu askerlerini göndermiştir. Selçuklu askerleri, Haşhaşîleri büyük bir hezimete uğratmışlar, Beyhak yöresindeki köylerden biri olan Tarz’da ne kadar Haşhaşî varsa hepsini öldürmişlerdir. Ancak Vezir Kâşânî’nin Haşhaşîlerce öldürülmesi sonrası Sultan Sencer, 1127 yılında Haşhaşîlere daha ağır bir darbe indirmek amacıyla büyük bir ordu hazırlatmış Horasan üzerine sefere çıkarak yaklaşık on bin Haşhaşîyi öldürtmüştür.
Sultan Sencer Haşhaşîlere göz yummadığını ispatlarcasına 1133 sonları 1134 başlarında Emîr Erkuş kumandasında askeri bir birliği uzun süredir Haşhaşîlerin elinde bulunan Horasan’daki Girdkûh Kalesi’ni almakla görevlendirmiştir. Kaledeki Haşhaşîler uzun süren kuşatma sonucunda erzaklarının tükenmesiyle zor durumda kalmışlar, ancak kale tam fethedilmek üzereyken rivayete göre Emîr Erkuş, Haşhaşîlerin göndermiş olduğu para ve değerli takıları alarak kuşatmadan vazgeçerek oradan ayrılmıştır. Sultan Sencer döneminde Haşhaşîler üzerine 1151 sonları 1152 yılı başlarında da sefer düzenlenmiştir.
Selçuklu sultanları Haşhaşîlere karşı hem devleti hem de halkı korumak için çeşitli tedbirler almışlar ve bazı taktikler geliştirmeye çalışmışlardır. Devlet kademelerine sinsice yerleşmiş Haşhaşîleri temizleme ve sindirme politikası takip etmişlerdir. Haşhaşî düşünceleri etkisiz hale getirmek ve toplumu bilinçlendirmek için Nizamiye Medreseleri inşa ettirmişlerdir. Alınan tedbirlerin gösterilen çaba ve gayretlerin istenilen ve beklenilen sonucu getirmediğini görünce de Haşhaşîlere karşı silahlı mücadeleye girişmişler, askeri seferler düzenlemişlerdir. Devletin önemli mevkilerinde bulunan ve Haşhaşî olduğu anlaşılanları da, Haşhaşîlere yardım ve yataklık edenleri de en ağır şekilde cezalandırmışlardır.
1. Sultan Muhammed Tapar en güvendiği adamlarından biri olan Veziri Sadü’l-Mülk-i Âbi’nin kuşatma altındaki Haşhaşîlere yiyecek içecek ve ihtiyaç duydukları her şeyi gönderdiğini ve alınan kararları gizlice bildirdiğini öğrenince ve onun Haşhaşî olduğu kesinleşince onunla birlikte dört arkadaşını İsfahan kapısında astırmış ve ibret-i alem olsun diye de csetlerini birkaç gün orada bıraktırmıştır.
2. Terör örgütü Haşhaşîlerin bilinen ilk cinayetleri Save’li bir müezzinin öldürülmesiyle başlar. Haşhaşîlerin öldürdüğü ilk devlet adamı da Vezir Nizâmü’l-Mülktür. Onu ilk hedef olarak seçmiş olmaları tesadüfî değildir. O, Haşhaşîler üzerine ordular sevk edip muhasara ettirmekle yetinmemiş, zehirli propagandalarına karşı da Nizamiye Medreseleri’ni tesis ettirerek ilmen ve fikren de onlara karşı yeni bir cephe açılmasına sebep olmuştur.
3. Selçuklular döneminde Haşhaşîler sokak başlarında bıraktıkları âmâ dilencileri bile cinayetlerine âlet ediyorlardı. Âmâları evinin kapısına kadar götürenler içeri alınıp öldürülüyor ve hazırlanan dehlizlere atılıyorlardı. Bu şekilde öldürülenlerin sayısının çokluğu halkın meşhur âlim el-Hocandî’nin önderliğinde ayaklanmasına ve bu cinayetlere âlet olan âmânın ve diğer Haşhaşîlerin katledilmesine sebep oldu.