Nur Yüzlü Gönüller Sultanı Tahir Büyükkörükçü Hoca Rahmetle Anılıyor
'Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir' buyuruyor kâinatın sultanı... Âlem, büyük ilim adamı, Sultan’ül Vaizini kaybedeli üç yıl oldu. Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi vefatının yıl dönümünde, Kapu Camii'nde anılacak. Peki Tahir Büyükörükçü kimdi?
Tahir BÜYÜKKÖRÜÇÜ Hoca Efendi 1925 yılında Konya’da doğmuştur. Ebû Saîd Muhammed Hâdimî Hazretleri’ne dayanan, dolayısıyla Seyyid olma şerefine nâil olan nesli, ilme hizmet etmiş insanlarla doludur. Dedesi Abdurrahman Efendi çok temiz bir müslüman, babası Körükçü Mehmed Efendi marangozlukla iştigal eden saf bir mü`mindir. Büyük dedelerden gelen ilim aşkı, dedesinde ve babasında inkıtaa uğramışsa da Tahir Hoca Efendi’de yeniden tezâhür etmiştir. Rabbimizden en büyük niyazımız, sevdiği kullarına bahşettiği bu ulvî şeref ile neslini de şerefyâb kılmasıdır.
İstiklâl Harbinden çıkan aziz milletimizin kısm-ı âzamının evinde görülen yokluk, Tahir Hoca Efendi’nin evinde de had safhadadır. Bu sebeple daha ortaokul döneminde iken, birkaç kuruş kazanabilmek, ev ihtiyaçlarının karşılanmasında babasına destek olabilmek için kunduracı bir yakınlarının yanında çalışmaya başlar. Zira evin en büyük çocuğu ve tek erkek evlâdıdır. “Endazenin Mustafa Efendi” nâmı ile tanınan dükkân sahibi, sadece bir kunduracı değil, ilmî yönü de olan değerli bir insandır ve Hoca Efendinin de ilk Kur’ân-ı Kerîm hocasıdır.
Bir gün hocası Mustafa Efendi, Tahir’e bir sahifelik bir dua metni verir. Tahir bunu yaz ve ezberle der. Tahir o bir sahifeyi okur ve hocasına geri verir. Hocası, evlâdım ben onu sana yaz da ezberle diye verdim, der. Tahir, ezberledim hocam, der ve metni eksiksiz bir şekilde okur. Bu kabiliyeti hocasının dikkatini çekmiş, Tahir’i daha çok sevmesine ve onunla daha yakından ilgilenmesine vesile olmuştur.
Çıraklık günleri devam ederken Konya’nın meşhur Kapı Camii’nde dinlediği bir va´z, Hoca Efendinin hayatında fevkalâde inkılâba sebep olacak güzel bir başlangıcın ilk hâtırasıdır. Bir gün, daha sonra bütün şer´î ilimleri tahsil edeceği hocası, Hacı Îsâ Rûhi Bolay Hoca Efendi’yi Kapı Camii’nde dinler. Çok tesir altında kalır, “Rabbim lutfetse de, ben de böyle bir hoca olabilsem” diye aklından geçirir. Çalıştığı dükkâna döndükten biraz sonra, güzel bir tevâfukla Îsâ Rûhi Bolay Hoca Efendi, yakın dostu olan Endazenin Mustafa Efendiyi ziyaret için dükkânlarına gelir. Kısa bir sohbetten sonra, dükkân sahibi ve Tahir Hoca Efendi’nin Kur’ân-ı Kerîm hocası olan bu zât, Îsâ Hoca Efendi’ye:
− Efendim, Tahir bizim evlâdımız, çok gayretli ve zeki bir yavrudur, der ve duasını alması için Hoca Efendinin elini öptürür. Îsâ Hoca Efendi küçük Tahir ile yakından ilgilenir, çalışmaya ve okumaya merakını görünce de:
− Evlâdım Tahir, sen her şeyi bırak da bana gel, ben sana hakiki ilim okutayım, der. Bu ilgi üzerine Kur’ân-ı Kerîm hocası ertesi gün, Tahir Hoca Efendi’yi ve diğer bir arkadaşını da alarak Îsâ Rûhî Hocaya götürür. Ancak hoca efendi belirli bir talebe gurubu ile uzun zaman önce derslere başlamışlar ve hayli mesafe kat etmişlerdir. “Bu dönemi bitirelim de bir daha ki sefere Tahir’i de, arkadaşını da alalım” diyerek kabul etmek istemez. Ancak Kur’ân-ı Kerîm hocası:
− Efendim Tahir çok zekidir, Allah’ın izniyle mesafeyi kapatır diye ısrar edince hoca efendi kırmaz ve Tahir Hoca Efendi’yi ders halekasına alır. İlk gün derslere başlamak için beraber gittikleri ancak derslere devama cesaret edemeyen diğer arkadaşı şöyle anlatmıştı:
“İki ay sonra Mustafa Efendi ile beraber Îsâ Rûhi Hoca’ya bayram ziyaretine gitmiştik. Hocam Tahir’i sordu. Îsâ Rûhî Bolay Hoca hayretini gizlemeden:
− MâşâAllah eskileri de geçti, diye buyurdular.”
Tahir Hoca Efendi o günlerde ortaokulun üçüncü sınıfına gitmektedir. Bu gün hâlâ hayatta olan fizik hocası, arka sıralara geçip derslerde Arapça çalıştığını, notlarının çok iyi olması sebebiyle kendisine müdahale etmediğini anlatır.
Yeni başladığı tahsil o kadar benliğini sarar ki, okulun bitimine çok az bir zaman kalmasına ve çok yakınlarının okulunu bitirmesine dair ısrarlı telkinlerine aldırmadan okulu terk eder ve kendini tamamen ilme verir.
Yakınlarının:
“Evlâdım bu meslek artık muattal oldu, hoca olup da ölü mü yıkayacaksın, bak hocalığa heves eden kimse kaldı mı?” diyerek onu hocasına gitmekten vazgeçirmek istediklerini, ancak kendisinin bu sözlere hiç aldırış etmediğini hep anlatırdı.
Bir yandan Arapça derslerine devam ederken diğer yandan da hemen hafızlık çalışmalarına başlamıştır. Hem hocasının derslerine devam eder hem de o günlerde Konya’da hemen hemen tek hafız yetiştirilen Kur’ân-ı Kerîm kursu olan, Bulgur Tekke Mescidi’nde Çimilli Hakkı Efendi’de hafızlık çalışmalarına devam eder.
O günler, Tahir Hoca Efendi’nin hayatına çok farklı bir mecrâda yön verdiği değişik günlerdir. İlmî çalışmaların yanında tasavvufa da ilgi duyarak, hayatı boyu istişârelerine ve irşâdlarına çok değer vereceği Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu üstâdına intisab eder. Bu intisab onun hayatında çok büyük değişikliklere sebep olur. O, ilk intisap günlerini şöyle anlatırdı:
“Çok titiz bir derviş idim. Takvaya mânîdir diye tek taraflı pantolon değil, ütüye ihtiyacı olmayan çift taraflı şalvar giyerdim. Adı Frenk gömleği diye yakalı gömlek giymez, yakasız gömlek giymeyi tercih eder, iskarpin değil “yemeni” denilen sâde ayakkabı giyerdim. Geceleri sabahlara kadar devam eden sohbetlere katılırdım. Arkadaşlarla geceleri hep uykusuz geçirirdik.”
Derslere büyük bir iştiyakla devam eder. Ancak şartlar çok ağırdır. Günün siyasi iktidarı Arapça ve Kur’ân-ı Kerîm öğrenimine fevkalâde muhaliftir. Yakalananlar dağıtılmakta hatta ceza görmektedirler. Derse devam eden kimse kalmamıştır. Hocası durumun nezaketine binaen:
− Evlâdım Tahir, sen eve yalnız geleceksin, derslere yalnız devam edeceğiz, der. Hocamın evine geldiğim zaman etrafı iyice kontrol eder, takip olunmadığımdan emin olunca kapıyı çalardım, derdi.
Derslerde hayli mesafe alınır ancak askerlik yaşı da yaklaşmaktadır. Bu sebeple hocası hafızlık çalışmalarının durdurulmasını, derslerin bir an evvel bitirilmesini, hafızlığın askerlikten sonra tamamlanmasını ister ve öyle olur.
Siyasi baskıların yanı sıra bir de evde had safhada maddi sıkıntılar vardır. “Günlerce zeytinyağı ile pişirilmiş bulgur pilavından başka bir şey yemezdik. Kahvaltıda zeytinle peyniri asla bir arada göremezdik. Çarşıdan ekmek almak imkânsızdı. Nadiren alabilirsek çarşı ekmeğini ev ekmeğine katık yapardık. Çay içmek nedir bilmezdik. Nane, ayva yaprağı gibi şeyler içer, şeker bulamadığımız için ya pekmezle tatlandırır, ya da şekersiz içerdik. Hocama gitmek için kullandığım bisikletin iç lastiğinde semadaki yıldızlar kadar yama vardı. Derse giderken ben ona binerdim, orada açılan yamalar sebebiyle lastik iner, eve dönerken o bana binerdi…” diye ağlayarak anlatırdı.
Evde elektrik yoktur. Gaz lâmbasının ışığında, gaz kalmamışsa geceleri sokağa çıkar, sokak lâmbasının altında ders çalışır. Konya’nın kışları soğuktur, evde de kömür yoktur. Ezberlerini yorgan altında yapmaya çalışır.
Dersler ilerlemiştir. Tahir Hoca Efendi mahallelerinin mescidinde komşularına sohbet etmeye başlar. Kısa zamanda cemaati mescidin dışına taşar ve adı geniş bir çevrede duyulur. Halk genç bir hocanın çok güzel va´z ettiğini konuşmaktadır.
Büyüklerine saygı duyduğu, cemaatini sevdiği için kendisi de büyük insanlar tarafından sevilmiş, saygı duyulmuştu. Başta Üstâdı Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Efendi olmak üzere evimizde Hacı Veyis Zâde Mustafa Efendi, Lâdikli Hacı Ahmed Efendi, Ali Ulvi Kurucu Efendi, Muhammed Harrâni Efendi, Mehmed Zâhid Koktu Efendi, Musa Topbaş Efendi, Mekke Ulemasından Muhammed Alevî Mâlikî Efendi, Havlucu Ahmed Efendi, Yahyalılı Hacı Hasan Efendi gibi büyük insanlar; Necip Fazıl Üstâd, Necmeddin Erbakan gibi meşhurlar misafirlerimiz olmuşlardır. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın ve bazı bakanlarımızın ve Diyanet İşleri Başkanımızın evimizi teşrifleri de bizler için şeref olmuştur.
O ömrü boyu İslâm’a hizmet aşkı ile yandı. Ömrü boyu ilme ve insanlara hizmet etti. Maddi hiçbir karşılık beklemeden, dünyevi bir makama talip olmadan, insanların elinde olana asla meyletmeden ALLAH rızası için koştu koşturdu. Çalıştı çabaladı. Bir Ankara konferansından sonra fanilasından tam bir su bardağı ter sıkmıştım. Ceketleri hep terden eskimiştir.
“Bir gün İslâm hayata hâkim olursa, balkondan alkışlayanlardan olmayacağız. Bu güzel günlerde Allah’ın izniyle bizim de el emeğimiz, alın terimiz var diye bahtiyar olanlardan olacağız.” derdi.
Ayrıca “Ölmeyeceğim! Aziz Konyalılar Allah’ın izniyle ölmeyeceğim.” diyordu. Bugün televizyonlar ve radyolar va´zlarını halka fasılasız dinletiyorlarsa, bu tespitin ve duanın en bariz tezahürüdür.
Hizmetle geçen o güzel ömrün en güzel şahidi, Ümmet-i Muhammedin vefatındaki vefâsıdır. Yarım milyona yakın insanın gözyaşlarıyla parmaklarının ucunda taşıdıkları tabutu ile Tahir Hoca Efendi, Rasûlullah Sallâllahü Aleyhi ve Sellem’in “Siz arzda Allah’ın şahitlerisiniz!” diye tespit buyurdukları, inananların en mükemmel duygularla dile getirdikleri şehadetleri ile ebedi âleme uğurlandı. Onun vefatı da, cenaze merasimi de bir va´z olmuştu. O Mâşûkuna giderken de va´z ediyor, tebliğde bulunuyordu. İslâm’a adanan bir ömrün sonunu âleme ilan ediyor, bizlere nasihatte bulunuyordu.