Mısırlı diva Ümmü Gülsüm dünyadan göçeli 46 yıl oldu
3 Şubat 1975'te, Mısırlı diva Ümmü Gülsüm, Kahire'de hayatını kaybetti. Yalnızca bir şarkıcıdan ziyade, Arap dünyasını derinden etkileyen sosyal bir fenomen olan Ümmü Gülsüm'ün serüveni...
Kimine göre “Şark’ın Yıldızı”, kimine göre “Mısır’ın dördüncü piramidi.” Onu dinleyenler hep aynı şeyi söylüyordu: “Şarkılarında, hayatımızın ta kendisi var.” Ümmü Gülsüm konserleri sırasında Fas’tan Irak’a kadar Arap sokakları ıssızlaşır, herkes evlerine çekilerek veya kahvehanelere toplanarak, bu eşsiz sese kulak verirdi.
Mısır’ın Dekahliyye eyaletine bağlı Senbellâveyn şehrinin küçücük Tamây ez-Zehâyira köyü, 1900’lerin başına kadar, ülkedeki on binlerce benzeri gibi sıradan, fakir ve dikkat çekici özelliği bulunmayan bir yerdi. Köyün imamı ve müezzini Şeyh İbrahim es-Seyyid Beltacî de mütevazı hayatına sessiz-sedasız devam eden bir insandı. Milyonlarca Mısırlı gibi. Ancak Şeyh İbrahim’le ev hanımı eşi Fâtıma Melîcî’nin 4 Mayıs 1904 günü dünyaya gelen kızlarının şöhreti dünyanın dört köşesine yayılacaktı. Karı-kocanın sevinç içinde “Fâtıma” adını verdikleri bu bebek, gelecekte “Ümmü Gülsüm” adıyla şöhret bulacak; “Şark’ın Yıldızı”, “Mısır’ın dördüncü piramidi”, “Asil güneş”, “Hanımefendi”, “Arap müziğinin efendisi” gibi unvanlara lâyık görülecekti. Ancak bu ılık bahar gününde, tüm bunları elbette kimse tahmin bile edemezdi.
Şeyh İbrahim, camideki vazifesinden arta kalan zamanlarda düğünlerde ve sâir törenlerde Kur’ân okuyarak ve kaside söyleyerek geçinen bir kimseydi. Zaman içinde oğlu Hâlid’i de yanında götürmeye ve kendisi gibi yetiştirmeye başlamıştı. Küçük kızı Fâtıma ise dinî musikî ve Kur’ân’la haşır-neşir bir ailede, kendi kendine büyüyordu. Şeyh İbrahim’in kızıyla ilgili herhangi bir hayali yoktu, ancak minik Fâtıma daha yedi-sekiz yaşlarındayken sesinin olağanüstülüğü ve hafızasının gücüyle dikkat çekiyordu.
Mısır’da o zaman adet olduğu üzere, ramazan ayının tamamını köylerde ve kasabalarda hatim okuyarak, ilahi ve kaside söyleyerek ve teravih kıldırarak geçirmek üzere Senbellâveyn’e yolları düşen iki musikî adamı, Ebu’l-Alâ Muhammed (1884-1927) ve Zekeriyyâ Ahmed (1896-1961), birkaç yıl sonra Fâtıma’daki cevheri keşfeden isimler olacaktı. Bu sırada temel eğitimini tamamlayan, Kur’ân’ı öğrenen ve Arap şiiriyle ilgilenen genç Fâtıma, abisiyle birlikte köydeki merasimlere katılıyor ve dinî musikî icra ediyordu. Fâtıma ve ailesiyle tanıştıktan sonra irtibatı koparmayan Ebu’l-Alâ hem bu yetenekli genç kıza musikî dersi veriyor hem de babasına “Fâtıma’yı Kahire’ye götür” ısrarında bulunuyordu. Nihayet, 1922 yılında bu ısrarlar netice verdi, 18 yaşındaki genç yetenek ve ailesi, Dekahliyye’deki ücra köyden başkente taşındılar.
Kahire’ye yerleştikten sonra amatör performanslarını profesyonel bir çizgiye kavuşturan Fâtıma İbrahim Beltacî, kendisine bir de sahne ismi edindi: Ümmü Gülsüm. Bu ismin, fiziksel görünüşüyle yakından alakası vardı. Hafif kilolu, dolgun yanaklı bir genç kız olarak, seçebileceği en uygun adlardan biri buydu. Zira Ümmü Gülsüm, “dolgun yanaklı” anlamına geliyordu.
Taşralı utangaçlığını yenmek için biraz vakte ihtiyaç duyan Ümmü Gülsüm, sanatıyla daha hızlı dikkat çekti. 1928 yılına gelindiğinde, Kahire’de en çok tercih edilen şarkıcıların başında geliyordu. Kral Fuâd’ın idare ettiği dönemin Mısır’ında İngiliz ve Batı kültürü hâkimdi.
1973’e kadar, her ayın ilk perşembe akşamı radyodan canlı yayınlanan Ümmü Gülsüm konserleri sırasında Fas’tan Irak’a kadar Arap sokakları ıssızlaşır, herkes evlerine çekilerek veya kahvehanelere toplanarak, bu eşsiz sese kulak verirdi.
Klâsik bir Ümmü Gülsüm konseri, her biri 45 ilâ 90 dakikalık en az üç şarkıdan oluşur ve dört saat civarında sürerdi. Ümmü Gülsüm’ün tok sesiyle ve birbirinden farklı makamlarda icra ettiği şarkılar, dinleyenlerde adeta birer destan gibi tesir bırakırdı. Şarkı sözlerinin uzunluğunun yanı sıra, kendisine eşlik eden orkestranın kesintisiz ve kusursuz performansı da büyük beğeni toplardı. Her şarkının arasında verilen yaklaşık 50 dakika mola hem icracıların hem de izleyicilerin dinlenmesine imkân tanırdı.
1940’ları izleyen yıllarda, Ümmü Gülsüm, sanatının da zirvesine tırmandı. Onu dinleyenler hep aynı şeyi söylüyordu: “Şarkılarında, hayatımızın ta kendisi var.” Modern Arap şiirinin büyük üstadı Ahmed Şevkî’nin (1870-1932) çok sayıda şiirinin bestelenmiş halini seslendiren Ümmü Gülsüm, böylece edebiyatı da sahneye taşıyor, Arap dili tutkunlarını kendisine çekmeyi başarıyordu. Mısır’ın en ünlü şairlerinden Ahmed Râmî (1892-1981) de Ümmü Gülsüm için 200’e yakın şarkı sözü yazmış, adeta kalemini Şark’ın Yıldızı’na tahsis etmişti. Ümmü Gülsüm’ün sesiyle ölümsüzleşen bestelerde ise Muhammed Kasabcî (1892-1966), Riyâd Sunbâtî (1906-1981), Ahmed Sabrî Necrîdî, Muhammed Abdulvehhâb (1901-1991), Belîğ Hamdî (1931-1993) gibi kudretli bestekârların imzası vardı.
Riyâd Sunbâtî’nin bazı İslâmî kaynaklarda parça parça şiir olarak geçen “Talaa’l-Bedru Aleynâ”ya 1972’de yaptığı beste, İslâm dünyasında Ümmü Gülsüm’ün sesiyle şöhret bulacak, Suriyeli yönetmen Mustafa Akkâd’ın (1930-2005), İslâm’ın doğuşunu anlattığı 1976 tarihli ünlü “The Message” (Çağrı) filminde kullanıldıktan sonra da adeta Siyer-i Nebî ile özdeş hale gelecekti. “Talaa’l-Bedru Aleynâ”nın bir modern dönem bestesi olduğunu günümüzde çok az insan bilmektedir.
Ümmü Gülsüm’ün söz yazarları arasında sürpriz bir isim de vardı: Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın en büyük oğlu Prens Abdullah (1923-2007). Şair ve spor adamı kimliğiyle öne çıkan Prens’in “Min Ecli Ayneyk” (Gözlerinin Yüzünden) adlı güftesi, Ümmü Gülsüm’ün en sevilen şarkılarından birine dönüştü.
Ümmü Gülsüm, Mısır Kraliyet yönetiminin yakın ilgi gösterdiği ve el üstünde tuttuğu bir isim olmuştu. 23 Temmuz 1952’de Hür Subaylar cuntası Kral Fârûk’u devirerek Mısır’da cumhuriyet yönetimini başlattıktan sonra, Ümmü Gülsüm de “yasaklı isimler” listesine alındı. “Suçu” eski rejim mensuplarının kendisine olan sevgisiydi. Cuntanın beyin takımından Cemal Abdunnâsır, bu duruma hızlıca müdahale etti ve Ümmü Gülsüm’ün yasağını kaldırdı. Kendisi de sıkı bir Ümmü Gülsüm hayranı olan Abdunnâsır’ın, arkadaşlarına “Mısır halkını bize düşman mı edeceksiniz?” diye çıkıştığı söylenir.
Ümmü Gülsüm, hayatının sonraki dönemlerinde Cemal Abdunnâsır ve ardılı Enver Sedat tarafından sürekli taltif edildi. Konserleri devlet radyo ve televizyonlarından yayınlandı, Mısır yönetimi bu konserlere tam kadro katıldı. Ümmü Gülsüm de bu ilgiyi elbette karşılıksız bırakmadı. Mısır ordusu yararına konserler verdi. 1967’de İsrail karşısında alınan yenilginin ardından, Ümmü Gülsüm, Arap dünyasının neredeyse bütün ülkelerini kapsayan bir turneye çıktı, elde edilen milyonlarca doları yine orduya bağışladı. Abdunnâsır’ın “Arap milliyetçiliğinin bayraktarı” unvanının derin yara aldığı hezimetten sonra, Ümmü Gülsüm’ün bizzat sahaya inişi hem Abdunnâsır’ın hem de Mısır’ın itibarını onarmak anlamına geliyordu.
Aynı yılın sonuna doğru, 14 Kasım 1967 gecesi, Fransa’nın başkenti Paris’teki ünlü Olympia salonunda verdiği konser ise, Ümmü Gülsüm’ün Arap dünyası dışındaki tek müzik performansı olarak kayıtlara geçti.
Ardından, yalnızca devlet başkanları için uygulanan protokole geçilerek, Kur’ân-ı Kerîm yayını başlatıldı. Ümmü Gülsüm’ün iki gün sonraki cenaze töreni ise, dört milyondan fazla insanın Şark’ın Yıldızı’na veda etmek için Kahire sokaklarını doldurduğu bir mahşer kalabalığı eşliğinde gerçekleşecekti. Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat da şahsen cenazeye katılmak istemiş, ancak cumhurbaşkanlığı koruma müdürlüğü “Bu izdihamda güvenliğinizi sağlayamayız” deyince, Sedat vazgeçmişti.
Tüm bu ışıklı hayatın arka planında ise, yalnız bir insan vardı. 1954’te Dr. Hasan Seyyid Hafnâvî ile kâğıt üzerinde evlenen Ümmü Gülsüm, ölümüne kadar resmen “evli” kalmıştı. Ancak hal-i hazırda zaten evli ve üç çocuklu olan Hafnâvî ile ilişkisi karı-kocalık münasebeti şeklinde değil, yakınında sürekli bir doktor bulundurabilmek içindi. Ümmü Gülsüm de Hasan Seyyid Hafnâvî de bu “evlilik” hakkında ölümlerine kadar hiç konuşmadılar. Sırf bu yüzden, “Ümmü Gülsüm’ün evlilik hayatı” günümüzde de magazin basınında haber olmaya devam ediyor.
Ve elbette, “Ente Umrî” (güfte: Ahmed Şefîk Kâmil, beste: Muhammed Abdulvehhâb), “Emel Hayâtî” (güfte: Şefîk Kâmil, beste: Muhammed Abdulvehhâb), “Sellev Kalbî” (güfte: Ahmed Şevkî, beste: Riyâd Sunbâtî), “Nîl” (güfte: Ahmed Şevkî, beste: Riyâd Sunbâtî), “Atlâl” (güfte: İbrahim Nâcî, beste: Riyâd Sunbâtî), “Elf Leyle ve Leyle” (güfte: Mursî Cemîl Azîz, beste: Belîğ Hamdî), “En Fi’ntizârik” (güfte: Bayram Tûnusî, beste: Zekeriyyâ Ahmed), “El Hubb Kulluh” (güfte: Ahmed Şefîk Kâmil, beste: Belîğ Hamdî) gibi birçok şarkı, hâlâ ilk günkü heyecanla dinleniyor, dilden dile söyleniyor.
KAYNAK: GZT-Mecra