Mimar Muzaffer’in şaşırtan Konya dokunuşları
Mimar Muzaffer’in Konya Günleri başlığı altında araştırma yapan Araştırmacı Yazar Ömer Tokgöz, önemli noktalara değindi. Peki, Mimar Muzaffer kimdir? İşte detaylar!
Mimar Ali Muzaffer’in 40 yıllık hayatından kesitler ve Konya günleri hakkında önemli bilgilere değinen Araştırmacı Yazar Ömer Tokgöz, tüm detaylardan bahsetti. İşte o araştırma yazısı;
Mimar Ali Muzaffer Beyi 40 yıllık hayatından kesitler ve oldukça kısa süren ancak mesleki açıdan anıtsal şahikalarla dolu ömrüne hayatı ve mimari eserlerinden yola çıkarak bir göz atalım.
Edebiyat, sanat, müzik, mimari ve fikir dünyamıza emek veren önemli insanların Konya günlerini araştırarak başka yerde olmayan ve göze çarpmayan özelliklerini bir kaç yıldır ayrıntılı irdeleyerek kent gündemine ve kamuoyu gündemine taşıyorum.
Bu bağlamda Konya'da mesleki görev, eğitim, sürgün, doğum vb. değişik vesileler ile bulunan ve Konya'nın kadim tarihi, foklorü, kent yaşantısı ve kültüründen etkilenen yazarlar olarak Ebüzziya Tevfik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Atilla İlhan, Zülfü Livaneli, Pertev Naili Boratav, Ruhi Su, Tarık Buğra, Yılmaz Güney, Oğuz Tansel, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi önemli insanlar dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda Mimar Muzaffer beyin hayatını, eserlerini ve Konya'da bıraktığı izleri takip ettim.
Şehirler tarihi geçmişleriyle, devlet yönetim merkezi, şehzadeler şehri, tasavvuf ocağı, eğitim, kültür, sanat odağı olmalarıyla kıymet kazanırlar. Konya, bu saydığımız özelliklerin hepsine sahip kutlu, güçlü ve geleceğe güvenle bakan bir şehirdir. Bu anlamda kadim şehir Konya'yı Osmanlı Devleti'nin son günlerinde imar ederek ona hizmet eden Mimar Ali Muzaffer Beyi 40 yıllık hayatından kesitler ve oldukça kısa süren ancak mesleki açıdan anıtsal şahikalarla dolu ömrüne hayatı ve mimari eserlerinden yola çıkarak bir göz atalım. Mühendishane-i Berr-i Hümayun
Muzaffer Bey kısa yaşamı içinde yaptığı çok yönlü çalışmaları ve ilginç sanatçı kimliği ile dikkati çekmektedir. Sanatçı Posta Telgraf Müdürlüğü baş katibi Ramiz Bey ile Saime Hanım'ın oğludur. 1881 M. yılında (1297 R.) İstanbul'da doğmuştur. İbtidai ve Rüştiye öğreniminin ardından bir süre Mühendishane-i Berr-i Hümayun'un ile Hendese-i Mülkiye Mektebi'ne devam etmiştir. Hendese-i Mülkiye'de özellikle resim ve desen derslerinde arkadaşlarının arasından sivrilmiş, hocalarından Vedat Bey'in kardeşi Yusuf Razi Demirbel'in dikkatini çekmiştir. Muzaffer Bey onyediyaşında okulu bırakmak zorunda kalınca, Yusuf Razi Bey inşaat komisyonunun zorluklaiznini alarak yirmi kuruş yevmiye ile resimhaneye kabul edilmesini sağlamıştır. Hemburada hem de yapım kısmında inşaat üzerinde çalıştırılmıştır. Yaradılıştan yetenekliolan Muzaffer Bey, böylece inşaatın planlama ve uygulama kısımlarını en küçük detayına kadar takip etmiştir. Yusuf Razi Bey tarafından Avrupa'dan dönen VedatBey' e tavsiye edilmiş ve onun yanında çalışmaya başlamıştır.
İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra Kadastro Fen Heyeti'nde görev almış, bir taraftan da Hendese i Mülkiye Mektebi'nde mimari öğretmen yardımcılığı yapmıştır."
Fransızca bilen Muzaffer Bey 1909 yılında Posta Telgraf Müdüriyeti UmumiyeyiMemurluğu'natayin olmuştur. 1911 yılında terfi ederek Evkaf-ı Hümayun Nezareti CelilesiHeyet-i Fenniyesi'ne tayin edilmiştir.Aynı yıl içinde Mühendis Mektebi'nin mimarlık dersi öğretmenliğine devam etmesineizin verilmiştir. Bir dönem Posta veTelgraf ve Telefon Nezareti Baş Müdürlüğü'ne vekalet etmiştir.
Sanatçı İstanbul Sirkeci Büyük Postane yapısında olduğu gibi Vedat Bey'İnyanında çalışmalarını sürdürmüştür. Ardından Posta ve Telgraf Nezareti Mimarlığı'na getirilmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya'da getirttiği posta binalarının projeleri üzerinde çalışan sanatçı, belirli posta merkezlerine göre seri projeler geliştirmiştir.Ancak bunların uygulamalarını görme olanağı elde edememiştir. Posta Nazırı Oskan Efendi Londra'da basılması kararlaştırılan posta pullarının resimlerini hazırlama işini Muzaffer Bey'e vermiştir. İstanbul ve Osmanlı Mimarisi'nin önemli örneklerini konu alan resimleri İngilizler tarafından gerçek bir sanatçı işi olarak nitelendirilmiştir.
Sanatçının adını duyurması 31 Mart Olayında şehit düşenler için yapılacak anıt için açılan yarışma ile olur. 1909 yılında açılan bu yarışmaya dönemin ünlü mimarlarından Kemalettin ve Vedat Beyler ile Konstantin Kiryakidi ve Alexandre Vallury katılmıştır. Muzaffer Bey yarışmayı kazanarak ününü arttırmıştır." Abide-i Hürriyet'in yapımından sonra Muzaffer Bey'e 1913 (1329 R.) yılında bir sanayi madalyası verilmiştir."
1914 yılında Mimar Muzaffer bey ünlü ve nitelikli bir mimar olarak Vali Hüsnü Bey'İn çağrısı üzerine Vilayet Baş Mimarı olarak Konya'ya gitmiştir. Konya'da Darül Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu) günümüzde Konya Lisesi (1917), Darül Muallimat (Kız Öğretmen Okulu) 1917) ,Ziraat Abidesi, Umumi Meclis, Konya Harası Binalarını yaparak Selimiye Cami'ninde onarımında çalışmıştır, Konya'da gerekli koşulların var olmadığını gören Muzaffer Bey büyük çabalar ve zorluklarla yerli işçi ve usta yetiştirilmesi için çalışmıştır.
Birçok yapının inşasında ve eski yapıların onarımında Muzaffer Bey ile birlikte çalışan mimar Arif Hikmet Koyunoğlu, sanatçının uygulatmak istediği ayrıntıları önce ustalara uzun uzun anlattığını daha sonra belirli bir ölçekte modellerini sabun kalıbından oyarak hazırladığını belirtmektedir. Başladığı ve geliştirdiği bazı yapıları sağlığının bozulması nedeniyle mimar Falih ülkü yürütmüştür. Mimar Muzaffer Bey'in oğlu Mukadder Çizer ile görüşen Konya Lisesi Fizik öğretmeni Hüseyin Köroğlu yazısında sanatçının özellikle Konya Erkek Öğretmen Okulu'nun (Dar'ül Muallim'in) inşası sırasında inşaata sedye ile gelerek kontrollerini yaptığını anlatarak bu özverisi ve çalışkanlığının hala hatırlandığından bahsetmektedir. (Zeynep Ertuğrul, Doktora tezi, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi Mimarlarından Muzaffer Bey: Eserleri ve Sanat anlayışı, Eskişehir A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Eylül-2007, 286 sf.)
Oğlu mimar Mukadder Çizer, Yeni Postane arkasındaki Mescid (Hobyar Mescidi), Çifte Havuzlar Şehremini Cemil Bey Köş!ill ve Heybeli Ada Hüseyin Rahmi Gürpınar Evi' nin babasının İstanbul'da çalıştığı yapılar olduğunu belirtmiştir.
Mimar Muzaffer beyin mesleki portresine bakalım:
* 1.Ulusal Mimarlık Akımının önemli ve önde gelen temsilcisi,
* PTT Genel Müdürlüğü Baş Mimarı, PTT ' adına özgün mimari eserlerin pullarını ilk defa bizzat çizen grafiker Mimar,
*Abide-i Hürriyet anıtı yarışmasını kazanan genç bir mimar olarak ülke genelinde tanınması, havaya kalkmış top namlusu odaklı özgün tasarımı ile 2.meşrutiyet için şehit olmuş askerler ve anayasanın hatırasına kurulmuş bir anıt olarak Osmanlı Devletinde yapılan ilk ulusal anıtı yapan mimar. Yine İstanbul'da şair Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın vefatı sonrası anısına yapılan evin mimarı olarak dikkat çeker.
* Konya Vilayetinin Baş Mimarı. Konya Amber Reis camii, tamamlanmasını sağladığı Gazi Lisesi , Kız Öğretmen Okulu binaları ve özgün tasarımı ile Osmanlı'da İstanbul'da yapılan İlk Anıt olan Abide-i Hürriyet ve Konya'da yapılan ilk Ziraat Abidesini tasarlayıp yapan Mimar. Kız Muallim(öğretmen) okulunu inşa ederken felç geçirmesine ve hastalığına rağmen tekerlekli sandalye ile çalışmaya devam eden fedakar mimar.
* Konya'daki çalışmaları esnasında bu işlerde çalışan usta, kalfa ve vasıfsız işçilerin yetişmesi ve belli bir seviyeye gelmesi için mesleki eğitimler veren bir mimar.
Mimar Muzaffer 1.ulusal mimarlık akımına güç veren önemli bir mimar olup, 1908 yılında düzenlenen Abide-i Hürriyet anıtı yarışmasını kazanarak adını duyurmuştur. Yaptığı hürriyet anıtı Osmanlı genelinde ilk ulusal anıt örneği olup yukarıya çevrili top namlusu modeli ve modernize edilmiş ancak klasik türbe mimarisine dayalı boyutu ile büyük beğeni toplamış ve meşhur olmuştur.
* Birinci Ulusal Mimarlık Akımının nitelikleri ve Mimar Muzaffer beyin katkıları
Ulusal mimarlık akımı 1908-1930 yılları arasında hakim ve yaygın bir mimari ekoldur, bu ekolün başta gelen temsilcileri Mimar Vedat Tek ve Mimar Muzaffer ve dönemin diğer mimarlarıdır.
Özellikle akımı başlatan Mimar Vedat Tek ulusal mimarlık ekolünün Osmanlı -Türk mimarlığının kemer, kubbe, saçak ve çini duvar gibi öğelerinden yararlanarak I. Ulusal Mimarlık üslubunun biçimsel ve kuramsal temelini oluşturmuştur.
Literatürde Milli Mimari Rönesansı olarak nitelen en akımı yakından incelersek : Birinci Ulusal Mimarlık akımı, 1908-1930 yılları arasında, batılılaşma eğilimine ciddi anlamda ilk tepkilerin ortaya çıktığı ve 22 yıl süren kısa dönem içinde mimaride ifade bulan akımın adıdır.
Kaynağını Ziya Gökalp’in geliştirdiği Türkçülük akımından alan bu dönem, milli bir sanat ve mimari yaratma özleminin de dışa vurumudur. Milli sanata ilişkin arzular bu ilk çabalardan çok daha eskiye dayanır. Örneğin, 1873 yılında Osman Hamdi Bey’in babası Nafıa Nazırı Ethem Paşa’nın hazırlattığı Usul-i Mimari-i Osmani adlı eser, Osmanlı Türk mimarlığının kendi kimliğine dönüş isteğinin ilk belgesidir.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra başa geçen İttihat ve Terakki Partisi,1860’larda gelişen Osmanlıcılık ve onu takip eden İslamcılık yerine, Türklük kavramını koyarak çok uluslu olan millet için, ortak din yerine ortak tarih, kültür ve dil mirasını, sonucunda da ortak bir mimari üslubun oluşmasını desteklemiştir.
Yapılan bu çalışmalar sonucunda, geçmişte kullanılan mimari elemanların değişen mimari ihtiyaçlar ile yorumlanması ile ortaya çıkan Birinci Ulusal Mimarlık Akımı, adını 1970’lerden sonra almıştır. Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi genel anlamda Osmanlı ve Selçuklu yapılarındaki kemerler, motif ve bezemelerin, batının yapım tekniği ile yeniden yorumlandığı eklektik bir mimari üslup olarak tarif edilebilir. Bu mimari üslup, Neo-Barok akımının eklektikliğini, Art Nova’nın özellikleri ile birleştiren bir tutum sergilemektedir. Bu dönemde inşa edilen yapılar, özellikle dış cephelerinde kullanılan Osmanlı ve Selçuklu motifleri ile ulusal bilincin oluşmasına da destek olmuştur. Bu akım, Vedat Tek, Mimar Kemalettin Bey, Mimar Muzaffer, Arif Hikmet Koyunoğlu, Vasfi Egeli gibi mimarlar tarafından benimsenmiş, ulusal bilincin mimaride uygulanmasının en güzel örneklerinin verilmesine ön ayak olmuşlardır.
Abide-i Hürriyet mimarı olarak tanınan Muzaffer Bey, Birinci Ulusal Mimarlık akımının en ünlü mimarlarındandır.Abide-i Hürriyet anıtı Meşrutiyet döneminin İstanbul’daki ilk mimari ürünü ve Osmanlı başkentinde inşa edilmiş “ilk ulusal anıt olma özelliklerini taşır. 1909 yılında yapımına başlanan anıtın açılışı 23 Temmuz 1911’de yapılmıştı.
Bu yıllarda Sultan Reşat’ın Mimar Vedat Bey’i Saraylar Baş mimarlığı’na atamasıyla Muzaffer Bey de Posta ve Telgraf Nezareti Mimarlığı’na geçmiş, Posta ve Telgraf Nazırı Oskan Efendi bu sıralarda Londra’da bastırılması kararlaştırılan posta pullarının resimlerinin hazırlanması işini Muzaffer Bey’e vermiş, Ulusal ürünlerden etkiler taşıyan, ilginç özellikler gösteren Muzaffer Bey’in resimleri, İngilizler tarafından da gerçek bir sanatçı işi olarak nitelendirilmiştir.
Bu yıllarda İstanbul’da 31 Mart olayı sırasında şehit düşenler için bir anıt yaptırılması kararlaştırılmış, ayrıca bir yarışma da açılmıştır. 1909 Nisan ayında açılan bu yarışmaya devrinin ünlü mimarlarından başta Mimar Kemâleddin, Mimar Vedat, Konstantin Kiryaki Efendi, Mimar Muzaffer ve yabancılardan Mimar Valaury katılmış, birincilik ödülünü ise Muzaffer Bey alarak kısa zamanda ün sağlamıştır.
Yalnız projelerini değil, projeden uygulamanın son noktasına kadar anıtın bütününde çalışan Muzaffer Bey, Şişli’den hemen sonra Kağıthane Vadisine egemen bu yerde tasarladığı anıt, denildiği gibi 31 Mart Olayı’nın ardından İttihat ve Terakki Fırkası’nın en güçlü olduğu bir dönemde oluşturuluyordu. Anıt Muzaffer Bey tarafından II. Meşrutiyet uğruna şehit düşen subay ve erlerin anısına dikilecekti.
Anıt mermer bir kaide üzerine dikilmiş bir top namlusu şeklinde tasarlanmıştır.
Mimar Muzaffer Bey bu anıtta, klâsik Osmanlı mimarisinin geliştirilmiş mimari elemanları ve bezeme motiflerinden yararlanmış, geçmiş ile bulunduğu çağ arasında bağlantı kurmaya çalışmıştır. Yapıldığı yıllarda büyük yankı yapan anıtın, devrin egemen mimari akımı olan neo-klâsik / birinci ulusal mimari akımının bütün öğeleri denenmiş, kendi dönemi içinde tutarlı, başarılı bir anıt olarak haklı ün yapmıştır.
Abide-i Hürriyet anıtının tamamlanmasından sonra Mimar Muzaffer Bey, Konya Valisi Hüsnü Bey tarafından Konya’ya davet edildi. 1914 yılında Vilayet baş mimarı olarak Konya’ya gitti.
-Konya'da II.Selim’in şehzadeliği sırasında Konya valisi iken yapılan Sultan Selim Camisi’nin onarımını yaptı.
-Yapımına daha önceden başlanan Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) ve
- Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) binalarını tamamladı,
- Ülkenin tahıl ambarı olan Konya için bitkisel ve geometrik unsurlarla bezeli Ziraat Abidesi’nin projesini yaptı.
Konya’ya mimar olarak geldiği zaman, gerekli koşulların olmadığını görünce büyük çabalarla yerli işçi ve usta yetiştirmek için de gayret göstermiştir. Onunla bazı binaların inşası ve onarımında mesai harcayan mimar Arif Hikmet Koyunoğlu, sanatçının ayrıntıları önce ustalara uzun uzun anlattığını sonra da modellerini sabun kalıbından oyarak hazırladığını söylemektedir.
4 Ocak 1958 tarihli Yeni Konya gazetesindeki yazısında Konya Lisesi fizik öğretmeni ve müdürlükte yapan Hüseyin Köroğlu,
“Acaba saray üslubunda yapılan Konya Lisesi binasının mimarı kimdir? Sol taraftaki giriş kapısının sağında pencerenin üstünde “Mimar Muzaffer 1333” yazılıdır. Bu kişi kimdir? Nerede yetişmiş ne gibi eserler meydana getirmiştir. Halen sağ mıdır? Yaşlı kimseler onun sedye ile lise inşaatına geldiği ve kontrolluk görevini yürüttüğünü söylerler. Sanki bir masal kahramanı gibi…” diyerek, tesadüf eseri Mimar Muzaffer Bey’in oğlu Mukadder Çizer ile tanıştığını ve babasının kendisine tahsis edilen özel bir araçla lise inşaatına gittiğini söylediğini de ilave eder.
* Konya'da inşaat sektöründeki işçileri yetiştirmesi ve eğitmesi.
Muzaffer bey Konya'da yeni eserlerinin meydana getirilmesinin her şeyden evvel düzenli bir yapı teşkilatının varlığına bağlı olduğunu ve Konya'da ise o zamanlar, basit de olsa böyle bir teşkilatın bulunmadığını bildiği için büyük zorluklarla karşılaşmış, fakat azim ve iradesinin verdiği güvenle ümitsizliğe düşmemiş ve Konya'da mahalli işçilerden istifade etmiş, onların milli eserler üzerindeki çalışma kabiliyetlerini arttırmağa çalışmış ve hastalığıyla beraber saatlerce iş başından ayrılmıyarak sarfettiği gayretlerle önceleri acemilik gösteren ve işlerin inceliklerini kavrayamayan bu işçileri az zaman içinde iyi bir sanatkar olarak yetiştirmeğe muvaffak olmuştu. (Mimarlık Bülteni dergisi, Yıl:5, Sayı:2, 1948, Beşiktaş 24 Mart 1948 Yüksek Mimar Mazhar Altan)
Mimar Muzaffer Bey Dar-ül Muallim/Konya Erkek Lisesi/Gazi Lisesi'ni 1917(1333) yılında tamamladıktan sonra, daha önce temelleri atılan Dar-ülMuallimat'ın yapımına başlamıştır.Bu yapıda çalışan usta ve işçilerin açıklamalarına göre Muzaffer Bey, diğer yapılarında olduğu gibi bu yapısında da en küçük ayrıntıya kadar çizimleri tamamlamış, ayrıca ölümüne kadar uygulamanın başında bulunmuştur. Konya'daki çalışma süresi içinde Muzaffer Bey Mimar Falih'i (Ülkü) yetiştirdiği, yardımcı olarak seçtiği anlaşılmaktadır.(O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi Dergisi Cilt 4, Sayı 1, Bahar 1978. 117, Mimar Muzafferin Konya Öğretmen Lisesi Metin Sözen, Osman Nuri Dülgerler)
*Ziraat Abidesi/Anıtının yapımı estetik ve mimari yönü Daha sonra Atatürk Anıtının kaidesi olacak Konya Ziraat Anıtını, ziraat alanında yararlılıklar gösteren kadınları onurlandırmak için Konya valisinin talebi üzerine yapan Muzaffer Bey 1920 yılında vefat edince tamamlanamadan kalmıştır. Muzaffer Bey anıtı,
Konya’nın ziraat memleketi olması nedeniyle, bunu sembolize eden kağnı, buğday, başak demetleri ve birkaç köylü bulunan bir kompozisyon olarak tasarlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı çıkınca inşaat durmuş, Muzaffer Bey vefat edince de tamamlanamayan üst bölüme, 1924 yılında Konya belediye meclisi kararıyla bir Atatürk heykeli yapılması kararlaştırılmıştır. Anıtın inşasında yetiştirdiği mimar Falih Ülkü de onunla beraber çalışmıştır. 1926 yılında, Muzaffer Bey’in kağnı, başak demetleri ve köylülerden oluşan kompozisyonunun yerine Macar heykeltıraş H. Krippel tarafından Ziraat abidesinin orijinalşne sadık kalınarak bir elinde başak demeti diğer elinde devleti temsil eden kılıç motifi ile mareşal üniformalı Atatürk heykeli yerleştirilmiştir.
Muzaffer Bey’in Ziraat Anıtını tasarlarken hangi mimari eserden daha ziyade etkilendiği sorgulanacak olur ise, bunun için Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Mimar Sinan’ın kalfalık dönemim dediği, Süleymaniye Camii’nin anıtsal kapısına veya Yıldız Hamidiye Cami süslemelerine ve şahsi kanaatimce minyatürize edilmiş (Ö.Tokgöz) Karatay medresesi taç kapısına bakmak yeterli olacaktır.
Anıtın kuzeybatı köşesinde “Muzaffer-Falih” yazısı bulunmaktadır. Kaide olarak kullanılan Zafer Anıtı, sekizgen planlı bir havuz içine yapılan platform üzerinde yükselir. Kare planlı anıtın dört cephesi Selçuklu taç kapıları şeklinde tasarlanmıştır. İçi boş olan anıtın kare biçimli ayakları “L” planlı köşe ayaklara dönüştürülmüştür.
Anıtın köşelerinde altta âlemli kubbecikler ve üst kısımlarında aslan başlı fıskiyeler bulunmaktadır. Kubbe üzerleri taş işçiliği ile şemse ve palmet motifleriyle işlenmiştir.
Kubbeciklerin üst kotundaki aslan başlı fıskiyeler Antik Roma’ya göndermedir. Aslan başları Muzaffer Bey’in orijinal tasarımında yoktur. 1926 yılında eklendiği düşünülmektedir
Mimar Muzaffer Bey'in baldeken tarzında tasarlanan Ziraat Anıtı kare, altın dikdörtgen ve sekizgen biçimlerin kullanıldığı bir geometrik şema kullanılarak tasarlanmıştır. Plan açısından evreni temsil eden bir merkez (daire), etrafında kare ile oluşturulan mikro ve makro kozmosu içeren stilde mandala'ları anımsatmaktadır. Ziraat Anıtı'nın cephelerinin köşelerinde kullanılan aslan biçimli çörtenlerin Mimar Muzaffer beyin yaptığı abide orijinalinde olmayıp 1926 yılında Gazi Paşa kaidesi konulurken Mimar Falih Ülkü tarafından yerleştirildiği tahmin edilmekte ve bu anlamda aslanların güneşi, ağzından akan suyun da bereketi simgelediği düşünülebilir. Orta Asya göçebe sanatında aslan motifinin nazarlık, bekçi, koruyucu unsur, aydınlık ve güneş sembolü olarak kullanıldığı ifade edile gelmektedir. Şamanizm'de aslan, panter, kaplan gibi hayvanların, kudret sembolü ve koruyucu yönleriyle ön plana çıkmaktadır". Geometrik çözümlemede iç yapının merkezi bölümünde köşelerin birleştirilmesiyle 8 kollu yıldız motifinin oluştuğu anlaşılmaktadır.
Ziraat Anıtı 'nda kullanılan neşeli bir havada yapılmış zengin bezeme anlayışı, insana baktıkça mutluluk hissi vermektedir. Ünik bir uygulama olarak beliren anıt, bölgenin zirai zenginliğini gösteren sembollerin bileşeni olarak düşünülebilir. Anıt tamamlanmadığı için üstte olacağı düşünülen kağnı, başak demetleri gibi Konya'nın tarımsal zenginliği ile ilişkilendirilebilecek öğelerin nasıl kullanılacağı muğlaktır. Ancak anıtın etrafında su toplanması için yapılan havuz biçimindeki düzenleme, köşelerdeki bu havuza su toplanması için yapılmış aslan biçiminde çörtenler suyun tarım için en temel gereksinim olduğuna yapılan göndermelerdir.
Mimar Muzaffer beyin Kız Öğretmen Okulunu inşa ederken inşaat ekibinde çalışan Yapı ustalarından duvarcı ustaları Silleli Mustafa Yapıcı ve İsmail Yapıcı, marangoz Küçük Mustafa (Derbent) ve kırmızımtrak renkli taşlar SiIle'den beyaz taş ise Gödene'den getirtildiğini söylemişlerdir. Ayrıca inşaatta kullanılan tuğla, Konya içindeki Zindankale'den ve Konya'nın yakın çevresindeki tuğla ocaklarından sağlanmıştır. Ahşap gereksinimi, o zamanlar yoğun ormanla kaplı olduğu belirtilen Kızılören ve Beyşehir çevresinden karşılanmıştır. Kirecin de aynı şekilde ahşabın karşılandığı orman bölgelerinden getirtildiği öğrenilmiştir
Konya’da yapılması istenen ve bir kısmı başlanmış olan yapılardan Dar-ül Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu), Dar-ül Muallimat (Kız Öğretmen Okulu), Ziraat Abidesi, Umumi Meclis Binaları için gerekli koşulların var olmadığını gören Muzaffer Bey, büyük çabalar ve zorluklarla Konya’da yerli işçi ve ustaları kısa zamanda belirli bir düzeye eriştirmiştir.
Başladığı ve geliştirdiği, tamamlayamadığı bazı yapıları 2018 yılında sağlığının bozulması nedeniyle Mimar Falih (Ülkü) yürütmüştür.
Bir daha sağlığı düzelmeyen Muzaffer Bey, 40 yaşında 26 Mart 1921 günü Konya’da ölmüştür. Oğlu Ali Mukadder Çizer verdiği bilgide çocukluğunun Konya' da geçtiğini, evlerinin Atatürk Anıtı'nın sağındaki çıkmalı sıra evlerden istasyon tarafından sonuncusu olduğu ve babasının bu evde öldüğünü anlatmıştır.
*Mimar Muzaffer beyin Sanatı ve Mimari Uslübu Mimar Muzaffer Bey'in yapılarının içinde özellikle anıtlar öne çıkmaktadır.
Sanatçı, İstanbul'da Osmanlı Mimarisi'nde daha önce örneği görülmeyen anıtların ilk örneğini yapmıştır. 3 Mart Olayının anısına yapılan Abide-i Hürriyet, sanatçının anıt ve mezar uygulamasını son derece başarılı bir şekilde birleştirdiği önemli bir yapıdır.
Konya'nın zirai zenginliğini göstermek için farklı bir anlayışta tasarladığı Ziraat Anıtı'nın dört cephesindeki zengin süslemeler dikkat çekicidir.
Sanatçının Konya'daki okul yapıları boyut ve cephe düzenlemesi olarak dönemin Ankara ve İstanbul' daki örneklerine simetrik plan ve cephe düzenlemeleri ile çok benzemektedir. Süslemenin giriş cephesinde yoğunlaşması, girişlerin ve köşelerin planda ve cephede dışa taşkın olarak vurgulanması, katların silmeler ile ayrılması, her katta farklı pencere dizlerinin kullanılması bu dönemin ortak özelliklerdir. Muzaffer Bey'in, bu iki yapının tasarlanmasında kullandığı geometrik kurgunun temelinde altın oran ve altın dikdörtgen biçimler bulunmaktadır.
Nevsal-i Osmani’de Muzaffer Bey ile görüşen İsmet Bey isimli yazar, Muzaffer Bey’in çalışkanlığını, sanat hırsını överek, mükemmeliyeti yakalamak için çabaladığını, hazırladığı projelerin aynen ve hatasız tatbikini istediğini, genç yaşında büyük bir yarışma kazanmasına rağmen ince ruhlu olup, şöhret, servet, debdebe gibi konulara hevesli olmadığını söyleyerek şöyle demiştir.
“Mimar Muzaffer’i memleketin en büyük ve mükemmel anıtının çizimleri sırasında tanımıştım. Her gün sabahları mesaisine çok erken gelen ve gecenin üçüne dördüne kadar mesaisinin başından ayrılmayan Muzaffer’in sanatına karşı aşkını ve saygısını anlamak için onun yanında bulunmak yeterliydi.” diyerek şu cümleleri de eklemiştir. Muzaffer saatlerce uğraştığı sanatı için her fedakarlığı yapar. Bugünlerde Muzaffer’in sanat rekabeti ve hırsı maddi bir gaye ya da ihtiras için değildi. O sanatını huzur ve teselli verdiği için sevmişti.”
Mimar Muzaffer’in en büyük hedefi, milli mimarinin düştüğü ihmalden kurtulması ve ona yeniden hayat vermek için çalışmaktır. Muzaffer Bey, bu konu ile ilgili verdiği bir gazete röportajında şunları söylemiştir.
“Biz milli mimariyi yüceltmeye çalışmazsak memleketimizde mimariye hizmet edilmiş olmaz. Bugün Fransız Usul-ü mimarisinde bir Fransızlık, Alman tarzında da bir Almanlık yani bir zevk-i hususi milli görürseniz Osmanlı modern mimarisinde de Osmanlılık görülebilmelidir. Özellikle güçlü bir sanatta milli mimarimiz harikalar yaratabilecek bir niteliğe sahiptir. Hiç olmazsa yolu açık bırakılan bu sanat bizim doğal ürünlerimiz olsun.” Bu da Mimar Muzaffer’in Osmanlı mimarisinin maddi gücü ve maneviyatının en büyük destekçisi ve uygulayıcısı olduğunu göstermektedir.
Mimar Muzaffer Bey 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın ilk çeyreği içinde Ziya Gökalp’in oluşturduğu ulusçuluk düşünceleri içinde kendi ulusal mimarimize dönme eğilimlerinin ilk uygulayıcıları arasındadır. Mimar Muzaffer’in köklü bir mimari eğitim görmemesine karşın, ilginç ve duyarlı denemelere girişmesi, devrinde yankı yapmıştır.
Alexandre Vallaury, Mimar Muzaffer için şunları söylemektedir:
“Türklerden Muzaffer gibi büyük bir sanatçının yetişmesini görmekten övünç duyuyorum. Onun güzel sanatlara karşı üstün yeteneği, Türk mimarisinin gelişimi açısından bize çok büyük umutlar vermektedir.”
Bir not : Diplomasız ama Görev İtibarıyla Duayen Bir Mimar..! Sanatçının yeteneği ve başarısı, özellikle Konya'da henüz hayattayken takdir edilmiştir.
Ailesinin maddi sorunları nedeniyle Hendese-i Mülkiye Mektebi'nden ayrılmak zorunda kalan Muzaffer Bey, 31 Mart olayında şehit düşenler adına yapılan anıt için açılan yarışmayı kazanmış ve Abide-i Hürriyet'in inşasından sonra ün kazanmıştır.
Resmi belgelerle kanıtlanamasa da, özellikle oğlu Mukadder Çizer'in anlattıklarına göre İstanbul'da sanatçıya karşı bir tepki oluşmuştur. Diploması olmayanların mimarlık yapmasının engellenmeye çalışılması üzerine Konya'ya gitmiştir. Sanatçı yapılarından sadece Konya Erkek Öğretmen Okulu'nda Mimar Muzaffer adını kullanılmıştır. Ziraat Anıtı'ndaki kitabede mimar ünvanını kullanmamış olması dikkati çekmektedir.
*Mimar Muzaffer beyin Konya'da ikamet ettiği ev Yaptığım araştırmalara göre Muzaffer beyin tek çocuğu olan oğlu mimar Ali Mukadder Biçer'den alınan bilgilere Mimar Muzaffer bey ve ailesi Konya'da görev yaparken Anıt alanındaki Amber Reis caminin yanındaki cumbalı 2 katlı Konya evlerinden Toprak Mahsulleri ofisi tarafında kalan üçüncü evde ikamet etmişlerdir. Bu evler 1970 yılına kadar yerinde ve sağlam iken daha sonra yerine önce 3-4 katlı apartman yapılmış, daha sonra onlar da yıkılarak site ve işyeri yapılmışlardır. Oysa evler yerinde kalsa idi bir müze ev olarak düzenlenir, ziraat abidesi ile birlikte yapılacak anma ve ziyaretler için ne güzel bir ahd-e vefa ve şükran nişanesi olurdu değil mi? Bildiğin kadarıyla Konya'da hiç bu türden bir müze ev bulunmuyor, kim bilir belki Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen eski Konya evlerinden biri Kültür Bakanlığı ile birlikte bir müze ev şeklinde düzenlenir ve Konyalılar tarafından Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Konya'ya en çok anıt eser yaparak hizmet veren Mimar Muzaffer'e bir şükran borcu ödenmiş olur.
*Mimar Muzaffer Beyin mezar taşında ne yazıyor idi?
Mimar Muzaffer Bey 26 Mart 1921 günü vefat etmiştir, mezarı ve kabri hakkında enteresan gelişmeler olmuştur. Konya Valiliği tarafından 1973'de yayınlanan İl Yıllığı, Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1973, ss.69-70. Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1973, s.314'de "Mimar Muzaffer Bey'in mezarı Şeyh Sadreddin-i Konevi Camisi'nin avlusundadır. Sonraları mezar taşı kırılıp kaybolmuştur." denilmektedir.
İsmi bilinmeyen bir Dar-ül Muallimin öğrencsi mezarı üzerine·şu taşı yazıp koydurmuştur; "Sen sanatın ruhunu aşkın ile yarattın. Bu zulmetli ülkeyi nur sütunla parlattın. Fatiha pak alnına büyük Mimar Muzaffer. Senden kalan bir hatıra sanat için bir zafer"
* Ülkemize ve Konya'ya kalıcı tarihi ve mimari eserler yapan ancak 100 yıllık bir yalnızlığa ve unutulmuş kupa mahkum edilen mimarımızı hatırlamak insani, vicdani ve kentimizin insanlarının boynunda bir vefa borcudur.
Osmanlı ve Anadolu Mimarisi'nin klasikleşmiş özelliklerini yeniden yorumlayan, uygulamalarında sadece yeni tipte yapılar inşa etmekle kalmayan, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi içinde önemli bir yere sahip olan Muzaffer Bey'in eserlerine maalesef gerek İstanbul da gerek Konya'da günümüzde gerekli önem verilmemektedir. Abide-i Hürriyet, kaderine terk edilmiş ve son derece bakımsızdır. Anıtın bir an önce koruma altına alınarak bakım ve onarımı yapılmalıdır. Sanatçının Konya'daki yapıları iyi durumda olsalar da bu yapılara, kullanıcıları tarafından keyfi müdahaleler yapılmıştır. Özellikle Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanıldığı dönemde Kız Öğretmen Okulu'na eklenen ve arka cepheyi kapatan bölümler son zamanlarda yapılan restorasyonla kaldırılmıştır. Ancak bu seferde bina sanki kendi kendine olmuş gibi Mimar Muzaffer ismine binada rastlanılmaz ve plaket konulmaz iken birde bina ismi de orijinal eğitim kurumu boyutu, okul tabelası ve eğitime ilişkin yazılar ve objeler yok edilerek "Taş Bina" şeklinde bir garabet isimlendirme yapılmış, büyük 'A' harfleri ise mevcut yazılımdan farklı bir grafik ile ^ içindeki orta kertiği çıkarılarak yazılmıştır.
Neticede, geleneksel mimari öğelerle, alışılmış kemer ve pencere biçimlerini farklı yorumlayarak bunları özgün biçimlere dönüştüren, tasarımlarında altın dikdörtgenlere bolca yer vererek farklı geometrik biçimlere dayanan modüler sistemler kullanan, simgesel anlatıma önem veren, ölçü olarak tasarımları ile uygulamalarının birbirini tutmasına çok özen göstererek bizzat inşaatın başında çalışan mimar Muzaffer Bey'in, her anlamıyla gerçek bir mimar ve sanatçı olduğu şüphesizdir.
40 yaşında 26.3.1921 günü çok genç bir dönemde bir çok esere imza atacak potansiyelde iken rahmet-i Rahmana kavuşarak vefat etmiştir. Muzaffer Bey, Mimar Kemalettin Bey ve Mimar Vedat Tek gibi, Türkçülük esasına dayanan Birinci Ulusal Mimarlık akımının üslupsal özelliklerini kullanmıştır. Muzaffer Bey’in farkı, tasarımlarının yenilikçi ve özgün olmasıdır. Hem Osmanlının hem kendisinin ilk anıtı olan Abide-i Hürriyet ile daha önce görülmemiş tarzda bir tasarımın altına imza atmıştır. Onun estetik anlayışı geometrik orantı ve ölçüye dayanır ve anıtlarının tasarım ve cephe düzenlemesinde sembol kullanmasa da sembolizmin varlığı hissedilir. Muzaffer Bey’in yapılarına bakıldığında simetriye önem verdiği, yapı işlevlerine göre çözümcül yaklaşımlar sergilediği, İslam sanatı bezeme özelliklerine hakim olduğu, tezyinat özelliklerinin dönem üslubuna uymakla birlikte daha sade ve dingin olduğu, Konya erkek ve kız muallim okullarında boyut olarak İstanbul ve Ankara yapılarına yaklaştığı, anıtsal cephe tasarımlarını biraz daha yumuşattığı, iyi bir geometrik bilgiye sahip olduğu görülmektedir. Mimar Muzaffer dönemin diğer mimarları gibi iyi bir desen ustası ve titiz bir mimar olarak öne çıkmayı bilmiş, başarılı olmuş ve başarısı hayattayken de takdir edilmiş mimarlardan biri olarak Türk mimarlık tarihindeki yerini almıştır.
Lakin vefatı kadar bir diğer üzücü ve elem verici hadise ise kabrinin başına gelenlerdir. Mimar Ali Muzaffer Çizer Konya'da Sadrettin Konevi avlusundaki mezarlığa defin edilmiştir, ancak kabri kayıptır, burada kırılıp kaybolduğu ve/veya 1925-32 yılları arasında Konya belediyesince Sadrettin Konevi türbesi etrafındaki ve Turgutoğlu türbesi civarındaki nakil işlemleri sırasında mezarlık toptan iptal edilerek kaldırılmış ve cenaze yakınlarına kabirleri Üçler, Musalla ve Şeker Tekkeye kontrollü olarak taşınması için mühlet verilmiştir. Süre sonunda sahipsiz ve geri kalan mezarların ise Şeker Tekke mezarlığındaki yerine de özensiz olarak aktarıldığı için Konya kentine abidevi nitelikli eserler kazandıran ve döneminin en meşhur Mimarı hepten kimsesiz ve önemsiz (?) biri sayılmış ve sıradan biri gibi defin yapılmış mezar taşı kaybolmuş ve halen kabrinin yeri meçhul olup bilinmemektedir.
Bu hazin ve ikonaklastik uygulamaları Vandalizm olarak nitelemek mümkün ve bu durumu en iyi İstiklal marşı şairi Mehmet Akif şöyle özetlemiştir:
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, İki kazma kürek, iki de ırgat gerek. Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen, Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”
Yani Mimar Muzaffer ünlü bir mimar iken, Konya'nın 20.yüzyıl başındaki en önemli anıtsal eserlerini inşa etmiş ve hatta Konya'da yeterli vasıf taşıyan işçi olmadığı için marangoz ustası, demirci, sıva işçilerini dahi yetiştirmiş ve disipline etmiş iken üç beş vasıfsız amelenin kazma darbeleri ile mezarında adeta ters dönderilmiş ve bu milletin imarı ve ihyası için verdiği emeklerin karşılığı bir mezar taşından dahi mahrum edilmek olmuştur.(https://birikimdergisi.com/guncel/11473/tarih-mezarda-baslar)
Yapılması gereken Mimar Muzaffer adına sembolik bir mezar taşı yapılması ve mezar taşında yazıldığı belirtilen ifadelere yer verilerek bir şahide yapılması ve kabrinin ise ilk kez defin edildiği Sadrettin Konevi türbesi haziresi veya Turgutoğlu türbesi civarına yada Amber Reis camii avlusunda Ziraat Abidesinin mimarı ve caminin de ihyasını yapması nedeniyle yapılması düşünülmelidir. Konya protokolü, mimarlık fakültesi öğrencileri ve halkın katıldığı bir anma töreni ile birlikte merasimle yeniden defin edilerek aziz ruhu ihya edilmelidir. Adına üniversite mimarlık bölümleri ve Belediye ve Valilikçe ortak anma programları ve seminerler yapılmalı, eserlerinden hazırlanmış sergiler bizzat bu okullarda düzenlenerek eserleri ve hayatı üzerinde durulmalıdır. Mimar Ali Muzaffer Biçer beyin Aziz hatırası önünde ihtiramla eğiliyorum, Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun.