Japonlar da Türkmüş
Türkiye ve Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin 90. yıldönümünde bir dizi etkinlik birbiri ardına gerçekleştiriliyor.
Murat Hüdavendigar Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şeyma Güngör'ün Japonya'ya ilgisi, Edebiyat Fakültesi'nde doktora için yanına gelen Japon öğrencisi ile tanışmasıyla başlamış. Öğrencisi tezine çalışırken kendisi de Japon tarihi ve Japon kültürü konusunda araştırmalar yapmaya başlamış. Japonya'da çeşitli üniversitelerde verdiği seminerlerle de Japonya'yı daha yakından görme imkânı bulmuş. Halk kültürü konusunda uzman olan Güngör, Japon halk kültürünü tanıdıkça iki toplum arasındaki şaşırtıcı benzerliklere dikkat kesilmiş. Aile kurumundan, günlük davranışlara, ev yaşantısından kültürel inanışlara kadar gördüğü ve büyük bir şaşkınlıkla karşıladığı benzerlikler üzerine duran Prof. Dr. Şeyma Güngör, Japonlar ve Türklerin uzak akraba olabileceklerini söylüyor.
Japonları seviyoruz, küçükler, çalışkanlar ve sempatikler… Peki, onların bize bakışı nasıl?
Kwansei Gakuin Üniversitesi'nden Prof. Hayato Yamanaka'nın 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında İstanbul Üniversitesi'nde yapılan bir programda 'Japon medyasında Türk imajı' başlıklı bir sunumunu dinlemiştim. O sunumdaki bilimsel bilgiyi aktarırsak sanıyorum cevap olmuş olur sorunuza. Yamanaka, son yılları baz alarak gazeteler ve dergilerde yayınlanan Türklerle ilgili bütün haberleri taramış ve Türklerle ilgili hiçbir olumsuz haberin çıkmadığını aktarmıştı.
Türkiye'de de sanki böyle bir durum var. Bizde de Japonlar aleyhine cümle kurulmuyor, sosyal medyada bile…
Tabi bizde hiç yok. Biz Japonları bilinçsiz bir şekilde severiz, onlara güveniriz, saygı duyarız. Bunun neden olduğunu, neden kaynaklandığını bilmeyiz ama bu böyledir. Ülkelerimizin uzaklığını düşünürseniz, millet olarak irtibatımızın olmadığını düşünürseniz bu kadar benzerliğin nasıl olduğunu kavramak gerçekten zor.
Peki Türk-Japon halk kültürlerinin benzerliğini ilk ne zaman, nasıl fark ettiniz?
Japonya'daki bir üniversiteden davet almıştım. 'Türk Edebiyatında Kadın İmajı' başlıklı bir seminer için. Öğrenciler sorular sordular ama öğrencilerin ifade ettikleri bir husus oldu, ben o seminerde aslında benzerlikler meselesine hiç değinmemiştim. Ama Japon öğrenciler, 'ne kadar çok benzerliğimiz varmış' dediler. 'Türkiye'ye gelirsek acaba yabancılık çeker miyiz' dediklerinde biz de 'yemekler haricinde hiçbir konuda yabancılık çekmezsiniz' dedik. (gülüyor)
Edebiyatlarda bir benzerlik var mı?
Onu meddahlık geleneği üzerinden söyleyebiliriz sanırım. Benim zaten çalışma alanımdır meddah hikâyeleri. Onların rakuko dedikleri şey, aslında tam bizdeki meddahın karşılığıdır. Çok eski bir sanat bu. Hem icra bakımından, hem sanatkârın özellikleri bakımından hem de anlatılar bakımından çok büyük benzerlikler var.
JAPON NASREDDİN
Nasreddin Hoca'yla ilgili de böyle aynı özelliklerde bir başlık var. Bu bahsi de bir Japon ortaya çıkarıyor. Aynen Nasreddin Hoca gibi bir din adamı olarak kısa, mesaj barındıran fıkralar anlatıyor. Hem anlatı hem de konu bakımından yine aynı bizim Nasreddin Hoca gibi bir figür. Nasreddin Hoca'nın Türk dünyasındaki şöhretine benzer bir şekilde şöhrete sahip olduğunu söylüyor.
Japonlar için aslında 'Japonlar Türk'müş' diyorlar…
Hayır, şöyle bir ihtimal var ama. Hani diyorlar ya 'Yakut Türkleri yukarıdan Amerika'ya geçti' diye. Tıpkı bunun gibi, Asya'dan adalar ayrılmadan önce oradan oraya geçildiği söyleniyor. Ama bunlar tabi kanıtlanmış veri değil. Yalnız şöyle bir şey var, Japoncanın tıpkı Türkçe gibi Ural-Altay dil ailesine bağlı olduğunu söyleyenler var. Japonca, bizimki gibi sondan eklemeli bir dildir, aynen bizim cümle yapımız gibi özne, tümleç ve yüklem sistemi üzerine oturur.
GEYİKLİ BABA VE GEYİK TARİKATI
Japonlarla Türklerin benzerlikleri başlığında en şaşırtıcı gelen başlık inançla ilgili olanlar…
Bizim eski Türklerde, mitolojiden gelen bir takım inanç uygulamaları var. Anadolu'da bunların pek çoğu 'Müslümanlaştırılarak' devam ettirilmektedir. Mesela bizde de incir ağacı kesilmez. Onun kült olduğuna inanılır. Ateş, Türk kültüründe çok önemli bir külttür, günümüzde de devam eder. Ceylan aynı şekilde bir külttür. Ceylan resminin olduğu halılar asılır bizim evlerimizde hatırlayın, aynen Japonya'da da bizdeki gibi duvarda, onlar bir köşede bunu yapıyor, ceylan resmi vardır. Geyik Tarikatı vardır mesela.
Aile kurumuna geçelim isterseniz buradan…
Evet bizdeki gibidir aile yapıları da… Tabi orada da modern anlayışla oluşturulan aileler var ama geleneksel Japon ailesine baktığımız zaman aşağı yukarı bizim sistemimizin aynısıdır. Saygı, sevgi, hiyerarşi çok güçlüdür. Bu arada tuhaf bir kadın saygısı da var. Bu da çok güçlü bir gelenek… Anneler genellikle çalışmıyorlar, yüksek tahsilli olsalar da… Çocukluktan itibaren çok sıkı bir disiplin öğretiliyor. Gelenekleri, büyüklerine ve küçüklerine nasıl davranacağı öğretiliyor.
Aynı şekilde belki de en çok bilinen husus; misafirperverlik…
Tabi, bakın şunu muhakkak anlatmak isterim. Ben Japonya'ya gittiğimde Kiyoto'nun ailesinin evinde kalmak istemedim, rahatsız etmek istemedim, otelde kalırım dedim. Ben tabi Japon ailesini de tanımadığım için zannettim işte bir incelik gösteriyorum, bundan memnun kalacaklar. Ama ailenin babası, bunu bir gurur meselesi yapmış. O kadar üzülmüş ki nihayetinde 'en azından otel parasını ben ödeyeyim' demişti. Aynı anlayış bizde de vardı. Şimdi gerçi hanımlar misafir gelmesin diye dört gözle bakıyorlar. Bizde de bir misafirin gelip de evde yemek yememesi çok ayıp, çok üzücü bir şeydir.
Japonlar da bizim gibi bir modernleşme yaşadılar ama süreçler ve sonuçlar farklı olmuş. Bizde geleneğe savaş şeklinde onlarda ise tam tersi... Bunu nasıl anlamak gerekir?
Eğitim ve öğretim. Hem ailede eğitim öğretim hem de okullardaki eğitim… Gerçi son zamanlarda Batı etkisiyle Japonya'da da bu hassasiyetlerin zayıfladığı söyleniyor. Artık imparatorluk hakkında, günlük yaşam hakkında daha Amerikanvari bir yaşam isteyen gençlerin sayılarının arttığı da söyleniyor.
JAPONLARLA EL SIKIŞMAYIN
Bu saygı bahsinde belirtsek güzel olur herhalde, el sıkma, öpüşme, sarılma gibi ritüeller yok sanırım.
El sıkma kesinlikle yoktur onlarda biliyorsunuz. Bir Japon'a elinizi uzatmayın. (gülüyor)
Herhalde ayrıldığımız en önemli başlık budur, bizde tanışmanın ilk fiilidir o, hemen temas etmelisiniz…
Tabi burada ayrılıyor. Başka şeyler de var. Çocukları sevme de öyledir, bizdeki gibi değildir o anlamda. Ama tabi kendi aileleri içerisinde çocuklarını gayet bizdeki gibi seviyorlar, sarılıyorlar.
Peki, bu denli kültürel benzerlikler, bu düzeyde karşılıklı sevgi ve sempatinin olduğu bu iki halkın devletlerinin ilişkisinin zayıflığı ile ilgili neler söylenebilir?
Benim temennim şudur, Japonlar için de aynı şey geçerlidir. Japonlarla olması gerektiğinden çok daha az kültürel, siyasi ve ekonomik anlamda ilişkimiz var. Elbette birçok konuda işbirliği yapıyoruz, özellikle İstanbul'da yaşayan Japon sayısı, ancak nedenlerini bile bilmeden sevgi ve saygı duyduğumuz Japonlarla ilişkilerimiz şu an olduğundan çok daha iyi bir seviyeye çıkarılmasıdır. Bu iyi ilişkiler her iki millet için de büyük faydalar sağlayacağını söyleyebiliriz. Japonların da Türk dostluğuna ihtiyaçları var. Etrafına baktığınızda, Kore'yle ilişkilerini biliyoruz, Çin'le öyle, Rusya ile öyle, Moğolistan'la öyle, oradan ötesi Türk zaten… Japonlarla özellikle kültürel anlamda çok sıkı bir dostluk kurmamız, bunu ilerletmemiz de gerekiyor.
Hediyelerle başlayan dostluk
Türkiye ve Japonya arasındaki dostluk Osmanlı Saraylarında da kendisini gösteriyor. Tarih içerisinde hediye edilen ve saray tarafından satın alınan Japon eserleri, bugün Beyberbeyi Sarayı'ndan Ihlamur Kasrı'na, Yıldız Sarayı'ndan Göksu Kasrı'na kadar hemen her sarayda sergileniyor. Hatta Dolmabahçe Sarayı içerisinde bir Japon Odası bile bulunuyor.
JAPON SANATININ EN İNCE ÖRNEKLERİ
Başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Milli Saraylar Koleksiyonu'nda bulunan 19. ve 20. yüzyıl başında tarihlendirilen ve saray teşrifinde önemli rol oynayan mobilyalardan, dekoratif eserlere, porselen çay setlerinden, vazolara, Japon işleme sanatının en ince örneklerinin bulunduğu Japon kökenli eserleri Dolmabahçe Sarayı'nda Sanat Tarihçisi Gökşen Birincioğlu ile konuştuk. Türk-Japon dostluğunun kısa tarihini de anlatan Birincioğlu, Osmanlı saraylarındaki Japon eserlerinin ağırlıklı olarak dolap, yazıhane, işlemeli paravanlar gibi mobilyalar, porselen ve dekoratif eserler ve Dolmabahçe Sarayı'nda bir tablo olduğunu belirtiyor. Osmanlı Sarayları'ndaki Japon porselen örneklerinin paha biçilmez olduğunu da eklemeliyiz. Hatta Milli Sarayları ziyaret eden Japon sanat tarihçilerinin Japon eserlerini hayranlıkla izledikleri de aktarılıyor.
JAPON İZLERİ
Osmanlı-Japon dostluğu, kendini karşılıklı hediyeler üzerinden gösteriyor daha çok.
TÜRK-JAPON İLİŞKİLERİNİN KISA TARİHİ
Her ne kadar Türkiye-Japonya diplomatik ilişkilerinin 90. yılı kutlanıyor olsa da Uzak Asya'nın bu çekik gözlü, çalışkan insanlarıyla ilişkilerimiz bu tarihten çok daha öncesine dayanıyor. İstanbul saraylarının bir Japon'u ilk gördüğü tarih, Sultan Abdülaziz devrinin son yıllarının yaşandığı 1873'tür. Japon İmparatoru Mikado Meji'nin Japonya'yı dünyaya açma ve dünyayı tanıma yönünde başlattığı Meji devrimi, Prens Iwakura'nın başkanlığında 12 Nisan 1873'te İstanbul'a çıkacak bir heyeti, resmi sıfatı olmadan Osmanlı İmparatorluğu'nda kapitülasyon düzeninin nasıl işlediğini görmek için ülkemize gönderir. Gerçek anlamda ilk resmi ziyaret ise bir başka prens, Akihito Komatsu'nun 1887'de eşiyle birlikte Sultan Abdülhamid'in huzuruna çıkmasıyla gerçekleşir. Henüz şehzadeliği sırasında bile Japonya'yı yakından takip eden Sultan Abdülhamid, Japon misafirlerini en iyi şekilde ağırlayarak Türk-Japon dostluğunu sağlam temeller üzerine ilk inşa eden kişi olmuştu. İstanbul'dan memnuniyetle ayrılan Prens'in ülkesine dönmesinden kısa bir süre sonra Sultan Abdülhamid'e Japon İmparatoru'ndan gönderilen bir mektupta Japon tarihinin en üst düzey nişanı olan 'Krizantem Nişanı' padişaha sunulur.
ERTUĞRUL FACİASI
Prens Akihito Komatsu'nun 1887'de yaptığı ziyarete iade anlamında 1890 yılında II. Abdülhamid tarafından Ertuğrul Fırkateyni, Osman Paşa komutasında Japonya'ya gönderilir. Japonya'da üç ay kalan Osman Paşa heyeti, dönüş yolunda tarihin Ertuğrul Faciası diye kaydettiği o elim hadise vuku bulur. Ertuğrul Fırkateyni, dönüş yolunda kayalıklara çarpmış ve 531 deniz mürettebatı şehit düşmüştür. Fırtınanın ve kazanın olduğu Kaşinozaki köyündekiler kazayı haber alır almaz yardıma koşmuşlar ve sonrasında Japonya'nın birçok şehrinde tutulan matemler sonrası Osmanlı askerleri için büyük bağış kampanyaları da organize edilmiş. Kazadan sağ kurtulan 69 kişiyi, Japon heyeti İstanbul'a getirmiş ve toplanan yardımları da Bahriye Nezareti'ne teslim etmiş. Sonuçta karşılıklı saygı ve sevgiyle başlayan Türk-Japon dostluğu Ertuğrul Faciası'nın ardından daha da kuvvetlenmiş ve Japonlar tarafından yapılan Türk Şehitlik Anıtı'yla ölümsüzleştirilmiştir.