İslamî duyarlıklı edebiyat ve Mehmet Âkif

Mehmet Âkif Ersoy İslamî dünya görüşünü edebiyata en güzel şekilde aktaran üç önemli yazardan biridir. İslamî, kültürel, edebî duruşuyla kendinden sonraki edebiyat, kültür insanlarını derinden etkilemiştir.

İslamî duyarlıklı edebiyat ve Mehmet Âkif

Çağdaş İslamî duyarlıktaki yazarlar sanat görüşlerini, toplumsal algılarını üç büyük sanatçı, düşünür üzerinde yoğunlaştırırlar: Mevlâna, Yunus Emre, Mehmet Âkif. İslamî duyarlıktaki yazarlar, şairler, sanatçılar için bu üç isim en temel referanslar olurken sanat görüşlerini ve düşüncelerini bu üç isim üzerinden örneklemişlerdir.

Peki, çağdaş İslamî duyarlıktaki yazarlar niçin bu üç ismi önemsemiş, düşünce ve sanat anlayışlarını niçin bu isimler üzerinden izah etmişlerdir? Bu isimlerin ortak özellikleri nelerdir?

Hiç şüphesiz ilk temel ortak özellikleri Anadolu topraklarında yetişmiş, yerli ve kültürümüze ait sanat/inanç/düşünce adamı olmalarıdır. İkinci ortak noktaları Anadolu topraklarının/insanının en kritik, yılgın, yenilmiş ve umutsuz dönemlerinde yaşamaları ve bu kritik süreçten kurtuluş yolu, çıkış yolu olarak da İslâmı, yerli düşünceyi göstermeleridir.

Bunların ortak özelliklerinden biri de kurtuluş, arınma mücadelesinde aktif bir rol oynamaları, tarihsel süreçte kendilerini sorumlu, görevli hissetmeleridir. Bu anlamda başkaldıran, düzenleyen, değiştiren, düzelten bir mücadele yürütmeleridir.

SANAT VE DÜŞÜNCE İÇ İÇE

Toplumun kıstırılmışlık anlarını yaşadığı bir dönemde topluma, Anadolu insanına umut, manevî güç ve direnç aşılamış olmalarıdır. Ortak özelliklerinden bir diğeri de saf bir düşünce adamı olmayıp sanatçı oluşlarıdır. Bu aydınlatıcı, öncü düşünürlerden Yunus Emre, Mehmet Âkif şair, Mevlâna ise şair-hikâyeci kimliğine sahiptir. Ayrıca bu üç ismin de sanatları ile düşüncelerinin ayrıştırılamaz oluşu bir başka ortak paydalarıdır; çünkü bu üç isimde de sanat ve düşünce iç içedir, birbirinin içinde erimiştir.

Hiç kuşkusuz, bütün bu özelliklerinden İslamî duyarlıktaki yazarlar, yaşadıkları zaman diliminin, bu insanların yaşadıkları kritik sürece benzer olduğuna inandıkları için hem sanat hem de düşünce anlamında bir çıkış, bir ekol olarak bu isimleri işaret etmişlerdir. Bu yüzden bu üç isme 'kurtarıcı ruh', 'kurtarıcı duruş' ve nihayet 'kurtarıcı çıkış' olarak bakmışlar, onları, sonraki nesillere bir model olarak sunmuşlardır.

İslamî dünya görüşüne sahip yazarlar, şairler, sanatçılar eserlerinde ağırlıklı olarak Batılılaşma/modernizm, yabancılaşma, kutsaldan kopuş, köksüzlük, bunalım, kaos, kadim değerlerin öne çıkması tema ve kavramları etrafında her biri farklı sanat algısı ve anlayışıyla eserler, metinler üretmişlerdir.

ÇAĞIN BUNALIMLARIYLA KARŞI KARŞIYA

Batılılaşma ülkemizde çağdaşlaşmanın, modernleşmenin bir gereği olarak görülmüş, ülkenin içinde bulunduğu zor durumdan kurtuluş çaresi olarak algılanmıştır. Batıcılar, Batılı ulusların deneylerinden yararlanarak, bu ulusların birikimlerine sahip çıkılmasını savunmuşlardır. Bu düşüncedeki insanlara göre, çağdaş uygarlık ve gelecek Batı ve Batılı değerlerdir. Aslında ortada parlak bir örnek olduğuna göre bu seçim biraz da kaçınılmazdır.

Batılılaşmayı eleştiren İslamî duyarlıktaki yazarlara göre, ülke sanatı, yabancı ulusların deneylerine değil, kendi ülkemizin, halkımızın tarihsel özelliklerine, birikimlerine dayanmalı, onun duyuş ve heyecanlarına tercüman olmalıdır. Batılılaşma çabalarının her alanda olduğu gibi, sanatımızı bir açmaza sürüklediğini düşünen bu anlayıştaki yazarlar, Türk halkını yaşatan ne varsa, (dil, gelenek, inanç, üretim ilişkileri) ona sahip çıkmanın doğru yol olduğunu savunmuşlardır. Özellikle din olgusunu, uygarlığımızın temel bir gerçeği olarak kabullenmiş, din gerçeğini görmezlikten gelmenin hafızadan kopmak, birikimden kopmak anlamına geldiğini temellendirmişlerdir.

Bu yazarlar, eserlerinde, halkın kültürel birikimi ve öz değerlerini savunup, yıllardır yok sayılan, atlanılan manevî değerleri, moral unsurlarını gündeme getirdiler. Türk toplumunun bünyesine uymayan ithal beğeni ve ilkelerin, özden kopuşun, kısaca Batılılaşmanın insanları, toplumu kişiliksizleştirip kimliksizleştireceğini vurgulayarak, çıkış yolu olarak yerli düşünceyi önerdiler. Onlar Batılılaşmayı/yabancılaşmayı, fıtrattan kopuş, özbene sırt dönüş olarak tanımladılar. İnsanın varoluş nedenini unutunca (yabancılaşınca) hayatının nasıl anlamsızlaştığını giderek de bir cehenneme dönüştüğünü vurguladılar. Kısaca onlara göre Batılılaşma eşittir yabancılaşmadır ve Batılılaşma 'yadsıma'nın, 'saçma'nın özdeşidir. Bu yüzden Batılılaşma, bizi yabancılaştırma düzeyinde çağın tüm bunalımlarıyla karşı karşıya getirmiştir.

Mehmet Âkif Ersoy İslamî dünya görüşünün edebiyattaki yansımalarının en önemli isimlerinden biridir. İslamî, kültürel, edebî duruşuyla kendinden sonraki edebiyat, kültür insanlarını derinden etkilemiştir.

ÖMRÜNÜ MİLLETİNE ADADI

Mehmet Âkif Ersoy bir imparatorluğun çöküşüne tanıklık eden hayatı, sanat edebiyata bakışı, medeniyet ve uygarlık yaklaşımı, bugün bile önemini koruyan pek çok tartışmalara ışık tutacak müstesna mihenk taşıdır. Mehmet Âkif, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemine ve bir ulusun İstiklal mücadelesine tanıklık etmiş büyük bir mücadele ve dava adamıdır. Bir şair, vaiz ve eylem adamıdır. Onun en önemli özelliği bütün bunların onda ayırt edilemez oluşudur. Çünkü 'memleket meseleleri' onun en temel önceliğidir. Şiiri neyse vaizi odur, eylemleri neyse sanat anlayışı odur. O, toplumun en çalkantılı, bezgin döneminde, şiirleriyle, vaizleriyle insanlara ufuk, ümit ve zafer vaat etmiştir. Âkif, bu yüzden duruş, tavır alış ve aksiyondur. Sanatı da, hayatı da, adanmış bir sanat, adanmış bir ömürdür. Âkif, devrin şartlarının hazırladığı bir edebi kimlik giyinmiştir. Ziya Gökalp gibi, Ömer Seyfettin gibi misyon adamıdır. Hayat-sanat-iman-mücadele onda iç içe olmuştur. Şartlar sürekli bir haykırış, isyan, vecd halinde olmasını gerektirmiştir. Çünkü içinde yaşadığı gerçekliğin bir ürünüdür. Onun şiirinin gücü, düşüncesinin gücünden kaynaklanır. Nâzım'ın 'Âkif, inanmış adam,' dizesi, aslında her şeyi özetler. Onun için her zaman dava adamı, mücadele adamı denmesi boşuna değildir.

O, bütün bir hayatını inancına adamış, bu yüzden şair/sanat yüceltmesine karşı çıkmıştır. Âkif edebiyat/sanat görüşünü şöyle açıklar: 'Şiir için, edebiyat için süs, çerez diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Libas hizmetini, gıda vazifesini görmeyen edebiyat bize hiç söylemez. Hele 'sanat sanat içindir' gibi yüksek nazariyeler bizim idrakimizin pek fevkindedir. Biz, edebiyattan âhlaki, içtimai bir ifade bekleriz. Bizim içtihadımıza göre edepsizlik başladığı yerde edebiyat biter. İçtimai dertlerimizi dökmek, yaralarımızı açıp göstermekten çekinmeyiz. Meramımızı kendimizi değil, maskaralıklarımızı maskara etmektir, el birliği ile insanlığa yürümek isteriz. Bizim için halka söylenecek eserler lâzım.' (…) 'Yalnız şurası bilinmelidir ki, bir Müslüman için insanlığa hizmet, mazlum ve esir İslâmlara yardım etmekle, onları uyandırmakla başlar. Bunlar esirlikten kurtulmadıkça insanlık diye bir şeyin olabileceğine inanmak budalalık olur.'

YAZARLAR İÇİN İLHAM KAYNAĞI

Âkif, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet gibi davasının şiirini yazar. Döneminin sosyal, siyasal, ekonomik olaylarını şiirine taşır. O kadar ki, bir şiirinde, hayalle ilişkisi olmadığını, ne gördüyse onu yazdığını söyler. Açıktır ki Âkif, savaşlar, kıyımlar, ekonomik çöküntü, açlık, hastalık karşısındaki duyarlığını açık etmek ister. Onda gerçeği yansıtmak temel amaçtır. Toplum sorunlarına duyduğu derin ilgi onun saf sanat yapmasını engellemiştir. Dava şiiri yazarken, şiir ile hikâye arası bir biçim oluşturur. Bir imparatorluğun çöküşüne tanıklık belki de ancak böyle oluşturulabilirdi. Bu nedenle, 'Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!' der bir şiirinde.

Anadolu halkı büyük Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla, ölüm kalım mücadelesi vermektedir. Topraklarımızı bölüşmek için Batılılar iş başındadır. İçeride ise halk, dışa dönüşme, benliği yitirme, kültür ve medeniyet değişimi ile karşı karşıyadır. Bu arada ülke içinde ülkeyi bu durumdan kurtarmak için çeşitli görüşler, ideolojiler oluşur. Türkçülük, İslâmcılık, Batıcılık gibi. Âkif bunlardan İslâmcı görüşü benimser. Âkif, bu mücadeleye aktif olarak katılır. Bir yandan Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşat gibi dergiler çıkarırken bir yandan da şair-vaiz olarak yurdu dolaşmaktadır. Sonunda İstiklal Savaşı kazanılır. Ama yeni oluşumun yönelimini tasvip etmeyen Âkif derin bir sessizliğe gömülür. Ardından Mısır'a gider. Altı yıl orada kalan Âkif, ancak ölümünden kısa bir süre önce yurduna gelebilir.

Âkif'in bu mücadeleci, yol açıcı dava adamı kimliği İslamî duyarlıktaki yazarlar için hep ilham kaynağı olmuş, Safahat baş eser olarak kabul görmüştür.

Sezai Karakoç Safahat'ı şöyle değerlendirir: 'Safahat, bir nevi bu yıkıntıların safha safha anlatılışı, duyuruluşu ve bu yıkıntıların şairde bıraktığı acı izlerin derlenişi, toplanışı ve tesbit edilişidir. Bu yüzden, Safahat, bir bakıma, Türk tarihinin en acıklı günlerinin yaşanmış bir destanı, yas yapraklarıdır.' Karakoç'un diğer bir tespiti de Âkif'in şiirindeki 'düşünce'dir. Karakoç'a göre, Âkif'de şiir ve düşünce iç içedir. Öyle ki Âkif, 'şiirle düşünme'yi edebiyatımıza sokan tek şairdir. Bir toplumun, bir ömür başından geçenleri şiirle anlatmıştır: 'Türk edebiyatında, Âkif kadar, hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yoktur. Yalnız, bu hayat, merkez olarak alınmamış, o çağdaki Türkiye şartları içinde ve belli bir ışık altında müşahede edilmiştir. Yani hayat, kendi başına bir gerçek olarak alınıp metafizik kürenin dikenli noktalarına dokunmadan tut da, realitenin içindeki eriyişe kadar kendine yeter ve kendinden ibaret bir hale getirilmemiştir Âkif'te.'

ESERİYLE HAYATI BİR BÜTÜN

Karakoç, Âkif'in şiirlerini özetleyen iki kelime olduğunu belirtir: İslâm ve realite. Onun realizminin Emil Zola'nın realizminden farklı olduğunu vurgular. Çünkü Fransız realistleri, sırf bir sanat tekniği olarak realizmi kullanırlar ve bununla toplumu belirli bir noktaya götürmeyi hedef tutmazlar; belki hayatı ve gerçeği böylece yakalayabileceklerini umarlar. Toplum hakkındaki doktrinleri belirsizdir. Halbuki Âkif, bu realizmi, idealinin yedeğinde bulundurur ve bir vasıta olarak kullanır.

Nurettin Topçu'ya göre, Mehmet Âkif, eserleriyle hayatını birleştiren bir büyük adamdır. Ömrü boyunca aynı kanaatin aynı imanın sahibi olmuştur. Muhitine kendini uydurmaya çalışmamış, muhitini kendine uydurmaya çalışmıştır. Cemiyetten daha kuvvetli, cemiyeti sürükleyici bir insandır. Âkif'in gözünde cemaat İslâm cemaatidir. Bütün varlığını şiirle dile getiren Âkif, bizi bu dünyada iken büyük mahkememizin huzuruna yükselten büyük bir mürşit, kurtarıcıdır. Âkif bir büyük yalnızdır. Ama Âkif'in yalnızlığı halk içindedir. O, cemaatin içerisinde çilesini doldurmuştur. Büyük adamların önemli vasıflarından olan devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durmuştur. İstiklal mücadelemizde, hem eserleriyle hem de bizzat şehir şehir dolaşarak halkı irşad eden, vaaz veren, nutuk veren Âkif, devlet ve ikbal günlerinde bunlardan uzak durmuştur. Semalarını iman ve sevda ile doldurduğu yurdundan uzaklaşmıştır.

Onun bir ideal adamı olduğunu belirten Topçu'ya göre, roman ve hikâyede güzel işlenmiş macera, şiirde maharetle kullanılmış edebi sanatlar ve üslup hünerleri büyük sanat eserleri yaratmaya yeterli değildir. Bunun için, gayesi sonsuzlukta olan bir idealin eserde barınması ve yaşatılması şarttır. Âkif'in idealizmi, milliyet ve inkılâp, din ve mistik davalarına çevrilmiş olarak çok cepheli bir karakter taşır.

Mehmet Âkif Ersoy günümüz sanatçı ve düşünürlerine hiç sönmeyecek olan o hakikat ışığını hatırlatırken, çıkışı ve modeli başka topraklarda arayan köksüz, yersiz yurtsuz alacakaranlık kuşağına ait olduğunuz yeri işaret eder. Tam da Sezai Karakoç'un dediği gibi: 'Akif, gün gün ölen biri değil, saat saat doğan biridir.'