‘İşçi-İşveren İlişkileri’
Kıdem tazminatı almak caiz midir?
Kıdem tazminatı, uzun süre bir işyerinde çalışan işçinin, kendisine yükletilebilecek bir kusuru olmadan işten ayrılması durumunda, uzun yıllar çalışmasının ve yıpranmasının karşılığı olarak işverence ödenen bir paradır.( Kenan Tunçomağ, İş Hukuku, 3. Baskı, I, 400 vd)
İşçinin alabileceği ücret miktarının anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekir. Hz. Peygamber; “Kim bir işçi çalıştırmak isterse, ona vereceği ücreti bildirsin.”( Nesâî, Eymân, 10) buyurmuştur.
Kıdem tazminatının miktarını, işe girerken önceden bilmek ve hesaplamak mümkün değildir. Çünkü yıllar sonra alınabilecek bir meblağın ne kadar tutacağı önceden bilinmez. Bu yüzden bu tazminatın miktarında bilinmezlik vardır. Bununla birlikte böyle bir hakkın varlığı taraflarca bilinmekte ve iş sözleşmesi kapsamında açıkça veya zımnen yer almaktadır.
Diğer yandan kıdem tazminatını işverenin ödemesi; toplu emeklilik veya işten çıkarma gibi durumlarda, onu altından kalkamayacağı ağır tazminat yükü altında bırakmaktadır. Bu sakıncalar dikkate alınarak kıdem tazminatı, memurların emeklilik ikramiyesinde olduğu gibi, sosyal sigortalar kurumu tarafından üstlenilmelidir. İşçi ve işverenden kesilecek “emeklilik kıdem tazminatı” primi problemi çözmek için yeterli olmalıdır. Nitekim son zamanlarda yapılan bir yasal düzenlemeyle bu konuda bir adım atılması sevindiricidir.
İşçinin tazmin sorumluluğu var mıdır?
İşçi ve memurun tasarrufu alanındaki demirbaşlar, makine, âlet ve edevât emânet hükmündedir. Onun bu konu ile ilgili sorumluluğu Mecelle’de şöyle düzenlenmiştir:
“İşçinin kural dışına çıkması (teaddî) veya kusurlu hareket etmesi sonucunda, sorumluluğu altındaki mal telef olsa tazmin etmesi gerekir.” (Mad. 607). “İşçinin kural dışına çıkmış sayılması işverenin emrine açıkça veya delâlet yoluyla aykırı davranmasıdır.” Meselâ; sürünün sahibi çobana “hayvanları şu yere götür, orada otlat, başka yere götürme” dediği halde çoban başka meraya götürse “kural dışına çıkmış (teaddî)” olur. Bu yerde hayvan telef olursa ödemesi gerekir. (Mad. 608)
İşverenin hakları nelerdir?
İslâm, temelde rekabete dayalı serbest ekonomi sistemini ve serbest iş rejimini benimsemiş ve bu konuda düzenleyici hükümler getirmiştir. İşçinin yarınına güvenle bakması, işin süreklilik arzetmesine ve işverenin ayakta durmasına bağlıdır. Bu yüzden İslâm işverene bir takım görevler yüklerken ona bazı haklar da tanımıştır. Bu hakları aşağıdaki maddelerde toplayabiliriz:
a) İşçinin işi bizzat yapması.
b) İşi iyi ve sağlam yapması. Hadislerde şöyle buyurulur: “Biriniz bir iş yapınca, onu en sağlam ve en iyi şekilde yapması Allah’ın sevdiği bir davranıştır.”( Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 286) “Allah mesleğinde becerikli olan sanatkârı sever.”( Suyûtî, a.g.e, II, 290) “İki günü eşit olan aldanmıştır.”( Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 233)
c) İşçi ve memurun mesai süresinde sürekli çalışması:
İşçi saat, gün, hafta, ay veya yıl gibi süre üzerinde akit yapılarak işe alınmışsa, mesai süresince iş yerinde bulunmak ve iş verildiği sürece devamlı çalışmak zorundadır. Ancak işe hazır olduğu halde kendisine iş verilmezse ücretinden bir kesinti yapılamaz.
Kur’an’da şöyle buyurulur: “Allah’a itaat ediniz. Peygamber’e ve sizden olan iş sahiplerine de itaat ediniz.”( en-Nisâ, 4/ 59) “Akitlerinizi tam olarak yerine getiriniz.”( el-Mâide, 5/ 71)
Hadiste şöyle buyurulur: “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar.”( Buhârî, İcâre, 14, Akdıyye, 12)
İşçi ve memurun elinde bulunan işverene veya devlete ait alet ve eşyanın emanet sayılması.
Hadiste şöyle buyurulur: “Tasarruf yetkisine sahip olup da, emanet edilen şeyleri gönül hoşluğu ile tam olarak, emredildiği yerlere veren güvenilir, Müslüman veznedar, tasadduk edenlerin ecrini alır.”( Buhârî, Zekât, 25)
İşçinin görev ve sorumlulukları nelerdir?
İşveren, işçinin yalnız emeğini kiralamış olur. İşçinin şahsı üzerinde bir tasarruftan söz edilemez. Emeğinden yararlanma ise “iş sözleşmesi, örf ve teamüller” çerçevesinde cereyan eder. İşçi kendi görev alanındaki emirlere uymak zorundadır.
Ancak işçi, işverenin İslâm’a göre meşru olmayan emirlerine uymak zorunda değildir. Hadiste şöyle buyurulur: “Allah’a isyanda kula itaat yoktur. İtaat ancak ma’rûf (iyi bilinen, örfleşmiş olan) şeylerdedir.”( Buhârî, Âhad, 1; Müslim, İmâre, 39; Ebû Dâvud, Cihâd, 87; Nesâî, Bey’a, 34) Bir işçinin işe girerken, işverenle bir sözleşme yapması bir takım belirsizlikleri ortadan kaldırabilir.
İslâm’a göre, işçi ve memur maaşları konusunda bir ölçü var mıdır?
Belirlenecek temel ücret veya maaşta; çalışan işçi veya memurun kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler için yapmak zorunda olduğu masraflar ve ailenin içinde yaşadığı sosyal çevre dikkate alınmalıdır. Çünkü İslâm’a göre evli bir erkek; eşinin ve henüz iş ve meslek edinmemiş olan küçük çocuklarının geçim masraflarını karşılamak zorundadır.
Bir İslâm toplumunda emeği ile geçimini sağlayanlar için öngörülen hayat standardı bir hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir:
“Kim bizim bir işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin, bekârsa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa binit edinsin. Kim bunlardan fazlasını isterse o, ya hilekârdır yahut hırsız.”( Ebû Dâvud, İmâre, 10; A. İbn Hanbel, IV, 229) Buna göre, işçi ve memurlar maaşlarından yapacağı tasarruflarla mesken edinebilmeli; bekârsa evlenebilmeli; bakan, vali veya hakim gibi sosyal çevresi hizmetçi istihdamını gerektiren bir meslekte çalışıyorsa hizmetçi edinebilmeli ve gerektiğinde bir araç satın alabilmelidir.
Emevi Halifelerinden Ömer b. Abdülaziz’in (ö.101/720) geçimini maaşla sağlayanlara söylediği şu sözler yukarıdaki hadisin uygulaması gibidir. “Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahip bulunmayan kimse borçlu (gârim) sayılır ve zekât fonundan desteklenir.”( Ebû Ubeyd, el-Emvâl, s. 556)
Hz. Peygamber bir hadisinde işçi-işveren ayırımı yapmaksızın mü’minin dünya ve ahiret mutluluğunu yakından ilgilendiren unsurlara şöyle işaret etmiştir: “Üç şey mü’min için mutluluk kaynağıdır. Geniş ev, iyi bir binit ve iyi bir eş.”( A. İbn Hanbel, I, 168)
Kur’an ve sünnette işçi ve memurların emeği ile ilgili düzenleyici hüküm var mıdır?
İslâm el emeğine ve alın terine özel önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de; adaleti, iyiliği, insanlara muhtaç oldukları şeyleri vermeyi emreden,( en-Nahl, 16/ 90) emânetlerin ehline verilmesini isteyen,( en- Nisâ, 4/ 58) ölçü ve tartının tam yapılmasını ve insanların haklarını eksiltmemeyi bildiren âyetler (el-A’râf, 7/ 85) genel anlamda işçi ve memur haklarını da kapsar.
Hadislerde şöyle buyurulur: “Bir işçi çalıştıran kimse, ona vereceği ücreti bildirsin.”( Nesâî, Eymân, 44) “İşçiye ücretini teri kurumadan veriniz.”( Zeylaî, Nasbu’r-Râye, IV, 129) Bir kudsî hadiste de şöyle buyurulur: “Üç kimse kıyamet gününde beni karşılarında bulacaktır. Benim adımı verip haksızlık eden; hür insanı satıp parasını harcayan; bir kimseyi çalıştırıp da, ona ücretini vermeyen.”( Buhârî, Buyû’, 106 , İcâre, 12, 15; İbn Mâce, Rehin, 4; A. İbn Hanbel, II, 292)
Hz. Peygamber, eski toplumlardan olup, göçüntü yüzünden bir mağarada mahsur kalan üç kişiden birisinin şöyle dua ettiğini anlatır: “Ey Rabbim! Ben bir takım işçiler çalıştırdım. Ücretlerini ödedim. Ancak işçilerden birisi ücretini almadan gitti. Onun hakkını ticaretle işletip arttırdım. Bir çok malı oldu. Bir süre sonra gelerek ücretini istedi. Ben, gördüğün şu deve, sığır, koyun ve hizmetçiler senin ücretinden meydana geldi, dedim. Benimle alay etme diye cevap verdi. Seninle alay etmiyorum, dedim. Bunun üzerine bütün malını alıp gitti, hiç bir şey bırakmadı. Ey Rabbim; bunu sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam, bizi bu mağaradan kurtar!” Bu duanın arkasından mağaranın ağzını kapatan taş yuvarlanır ve oradan kurtulurlar.”( Buhârî, İcâre, 12; Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, VII, 37 vd.)
Kaynak: Altınoluk