Harar’da Ramazan'a veda
Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’dan Dire Dava şehrine uçakla yolculuk bir saat sürüyor. Uçaktan indiğinizde Addis Ababa’nın serin havası yerini oldukça sıcak bir havaya bırakıyor. Dire Dava 1 milyonu aşan nüfusuyla Etiyopya’nın en kalabalık ikinci şehri. Addis Ababa gibi Dire Dava’nın da ayrı bir eyalet sistemi var. Şehir Oramiya ile Somali ve Harar bölgeleri arasında bir köprü vazifesi görüyor. Bu yüzden şehrin sakinleri Oramiyalılardan ve Somalilerden oluşuyor.
Oramiya dilinde ‘çare diyarı’, ‘deva diyarı’ anlamına gelen Dire Dava’dan Harar’a yolculuk yaklaşık bir, bir buçuk saat sürüyor. Harar’a gitmek için, öncelikle şehrin otogarına giden, 'baca’ adı verilen üç tekerlekli taksilere binmeniz gerekiyor. Tozlu yollarda devam eden on dakikalık yolculuktan sonra otogara ulaşıyorsunuz. Otobüs terminalinde 40-50 yıllık minibüsler size Harar’a ve Etiyopya’nın diğer büyük eyaletlerinden Somali bölgesinin başkenti Jigjiga’ya götürmek için sıra bekliyor.
Minibüste kendinizi üç kişilik koltukta dört kişi oturmak zorunda kalabiliyorsunuz. Minibüs şoförü ya da muavine yönelttiğiniz şikayetler fayda etmiyor ve yanınızda oturan Etiyopyalının elinde sıkıca tuttuğu tavukla ya da kuzuyla göz göze yaptığınız yolculuğa devam etmek zorunda kalıyorsunuz.
Dire Dava yolu iki şeritli bir yol ve yol boyunca epey zikzak var. Bazen 10 km bazen ise 80 km hızla gidilebiliyor. Sizi yolculuk esnasında tek rahatlatan ise minibüs şoförünün sesini sonuna kadar açtığı teyp. Doğu Afrika müziklerinin birbirine benzediğine şahit olmuşsunuzdur. Sanki müziğin ritmi hiç değişmiyor, değişen sadece seslermiş gibi geliyor insana. Bir, bir buçuk saatlik yolculuk size dört, beş saatmiş gibi geliyor; bazen hızlı geçmesini, bazen de hiç geçmemesini istiyorsunuz. Harar şehrine yaklaştıkça daha küçük şehirlerden geçmeye başlıyorsunuz. Yollarda sürekli merkepleri ve keçileri görüyorsunuz. Sanki yollara terk edilmiş bu hayvanlar, sizden kendileri rahatsız etmemelerini istiyor gibiler. Yol boyunca minibüs sürekli duruyor; yolcu indiriyor, bindiriyor. Muavinin değişmeyen çığlığı yükseliyor minibüs her durduğunda: “Harar!, Harar!”.
Harar şehrine, karşı karşıya kurulmuş pazarlardan giriyorsunuz. Yolun iki yanında seyyar satıcılar, mallarını satmak için bir hareketlilik içinde. Başka bir köşede gat bitkisi satan yaşlı miskinleri fark ediyorsunuz.
Nüfus açısından büyük bir şehir olmamasına rağmen Harar Afrika’nın en canlı şehirlerinden biri. Sokaklarda, caddelerde insanlar hep bir koşuşturma içinde. Sanki insanlar evlerinden, iş yerlerinden çıkmışlar ve vakitlerini şehrin sokaklarında geçiriyor gibiler.
Harar: Bir Müslüman şehri
Harar’ın bir Müslüman şehri olduğu hemen fark ediliyor. Burada camiler, Addis Ababa gibi şehrin varoşlarına gizlenmemiş. Yol boyunca özellikle kubbelerinde mavi rengin hakim olduğu camiler görüyorsunuz. Şehirde yemek yiyen, bir şeyler atıştıran hemen hiç bir kimseyi göremiyorsunuz. Ramazan’ın şehrin bütün köşelerine sindiğini bir Afrika şehrinde ilk defa fark edebiliyorsunuz. Kadınlar rengarenk kıyafetleriyle ya ellerinde yada başlarında bir şeyler taşıyarak yürüyorlar. Erkeklerin başlarında takkeleri, beyaz, gri ya da toprak rengi ‘cillabiye’leri var. Kadınların giysilerinde ve taktıkları başörtülerinde özellikle turuncu, koyu mavi ve koyu kahverengi gibi renklerin hakim olduğunu görüyorsunuz.
Sokaklarda Türkiye’de gösterilen ‘Ertuğrul’ dizisinin baş aktörünün resimleri göze çarpıyor. Addis Ababa’da ‘Kara, Para, Aşk’ dizisi izlenirken, burada en çok izlenen dizinin ‘Ertuğrul’ olduğunu anlıyorsunuz.
Harar sanki bir Osmanlı şehri gibi. Arnavut kaldırımına benzer döşemeleriyle sokakları, Odun Pazarı tipi Harar evleri, Mardin’deki gibi dar sokakları, size hemen bu şehrin sizden bir parça taşıdığı duygusunu veriyor.
Harar 19. yüzyılın sonlarına kadar Müslümanların yaşadığı bir şehirmiş. Mekke, Medine, Kudüs’ten sonra, Müslüman ahali tarafından kutsal dördüncü şehir olarak kabul edildiği için Hıristiyanlar Harar’a ancak gündüz vakitlerinde girebilirlermiş. Fakat Müslüman Harar emirliği Hıristiyan Etiyopya krallığına teslim olduktan sonra, şehirde hızlı bir Hıristiyanlaştırma faaliyetine girişilmiş ve bazı camiler kiliseye çevrilmiş.
Şehirde Harari diye adlandırılan Oramiya, Amhara, Tigre, Gurage ve Somali toplulukları var. Üç dil hakim bir şekilde konuşuluyor: Harar dili, Oramice ve Amharca. Harar dili Oramiya kökenli Kuşi dil ailesine dahil olsa da Arapçadan epey etkilenmiş. Harar dili Oramiya ve Arapçanın bir sentezi gibi.
Harari insanları 19. yüzyıla kadar Arap alfabesini kullanırken, şimdilerde federal hükümetin de etkisiyle geleneksel Etiyopya alfabesini kullanıyorlar.
Harar şehrinin kuruluşu 10. yüzyıla kadar gidiyor. Tarihte bir Müslüman emirlik olarak ortaya çıkan Harar şehrinin kurucularının, bugünkü Somali-Hargesa şehrinden gelen Müslümanlar olduğu sanılıyor. Harar şehri oldukça geniş bir sur içine kurulmuş. Surlar dışarıya (İslam’ın beş farzına atfen) beş kapı ile açılmakta. Harar zamanla bölgedeki en güçlü Müslüman emirlik olan Adel sultanlığının da merkezi olmuş. Şehir Etiyopya krallığına teslim edilene kadar yetmişten fazla Harar emiri hakimiyet sürmüş.
Osmanlı Devleti ile Adel sultanlığı arasındaki ilk ilişkilerin Kanuni Sultan Süleyman zamanında kurulduğuna dair söylentiler var. Çünkü bir dönem Hararlı erkek çocuklarına hep Süleyman ismi konmuş. 1875’de Etiyopya’nın Hıristiyan kralı II. Menelik ülkeyi işgal edene kadar, şehirde sadece ezan sesi duyulmuş camilerinden.
Harar’da Ramazan
Harar’da, bir Ramazan saati olduğunu fark ediyorsunuz. Şehre öğleye yakın saatlerde ulaşsanız bile, Kuran’ın her yerde okunduğunu görüyorsunuz. Camilerde hafızlar, Kuran’ı Kerim okuyorlar, sur kapısına yaslanmış yaşlı bir Harari, görmekte zorlanan gözleriyle, elleriyle sıkıca tuttuğu Mushaf’ı okumaya çalışıyor.
Şehrin eski çarşısında, birbiri ardınca sıralanmış terzi dükkanlarından Kuran ayetleri geliyor kulağınıza. Harar’ın eski çarşısı adeta bir Kur’an ziyafeti veriyor. Kimisi cep telefonlarından, kimisi 1980’lerden kalma teyplerinden Kuran’ı kerim dinliyorlar.
Şehrin sokaklarında dolaşırken kadınların ve erkeklerin birbirine selam verip aldıkları dikkatlerden kaçmıyor. İlk defa yine bir Afrika ülkesinde ‘Selam’ın cadde ve sokaklarda insanlar eliyle dolaştığını görüyorsunuz. İstanbul’da bile, kadın ve erkekler birbirlerine pek selam vermezler. Selem verilse bile sessizce alınır. Fakat kadınlar erkeklerin selamına, erkekler kadınların selamına sanki selam bütün Harar sokaklarında yankılansın diye cevap veriyorlar.
Şehrin en eski camii Rahmet camii. İlkin en eski camiye gidip mescid namazı kılıyorsunuz. Cami yine İslam’ın beş şartını temsilen beş kenarlı yapılmış. Cami oldukça sade. Bin yıldan fazladır bu şehrin bir Müslüman beldesi olduğunu gösteriyor size. Rahmet caminin taştan yapılmış tek minaresi ve mavi kubbesi doğal felaketlere karşı direnebilmiş, eski halini bir restorasyona uğramadan sürdürebilmeyi başarmış.
Şehrin en büyük camii ise Cuma camii. Koyu sarı rengin hakim olduğu beş giriş kapısına sahip camide, İslam’ın beş şartı her yerde mimari olarak hissediliyor. Caminin avlusundaki şadırvan bile beş köşeli olarak yapılmış. Camiye girmeden önce ayakkabılarınızı avluda bekleyen gençlere emanet ediyorsunuz. Siz namaz kılarken ayakkabınız yıkanıyor, cilalanıyor veya tamiratı gerektiren bir durum varsa tamiri yapılıyor.
İki beyaz minaresi olan Cuma camiinde Ramazan boyunca, Türkiye’de yüksek öğrenim görmüş Abdullah adında bir namaz genç kıldırıyor. Abdullah öğle namazını öyle bir huşu ile kıldırıyor ki dokuz, on saflık namazdan adeta hiç kopmak istemiyorsunuz. Teravihi kılma umuduyla camiden sakince ayrılıyorsunuz.
Namazdan çıkıp dar sokaklardan birinde yürüdüğünüzde sizi bir ilahi karşılıyor. Geleneksel bir Harar evinin kapısının önünde birinin Karabu adında bir davulu çaldığını, diğerinin defle ona eşlik ettiğini görüyorsunuz. İlahi Harar dilinde olmasına rağmen, sık sık salavatların dinleyiciler tarafından getirildiğini duyuyorsunuz.
İlahiler söylenirken dinleyenlerin el çırptıklarını, omuzlarını oynattıklarını, bir nevi raks ettiklerini görebiliyorsunuz. Dinleyicilerin arasından, birden başlarında renkli bere, üzerinde beyaz Harar kıyafeti olan iki kişi çıkıyor. Birbirleri ile “La ilahe İllallah”, “Muhammedün resululalah” diyerek karşılıklı terennüm ediyorlar.
Sokakların birinin adının Muhammed Ali olduğunu görünce, bu Harar sokağının Osmanlı Devleti’nin ilk Harar konsolosu Muhammed Ali’nin evini barındırdığını anlıyorsunuz.
Şimdilerde TİKA tarafından restore edilen bina, geleneksel Harar ile son dönem Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyor. İlk katı taş ve mermer kolonlara oturmuş, kıbleye bakan ahşap bir büyük konağın ikinci katında ise, tavan arası oldukça geniş üç büyük oda bulunmakta. TİKA’nın belki Hz. Necaşi’nin kabrini restore etmekten sonraki en önemli projesi, Osmanlı’nın ilk Harar konsolosunun evinin restorasyonu. Harar’da hâlâ Muhammed Ali’nin soyundan gelen Türk aileler de bulunuyor.
Muhammed Ali’nin konsolosluk binasının hemen yakınında ünlü Fransız romantik şairi Arthur Rimbaud’nun da bir evi var. Muhammed Ali’nin evinde ne kadar Osmanlı mimarisi hakimse, Rimbaud’nun evinde de Batı mimarisinin etkisi görülüyor. Üç katlı evin en üst katı, sanki akşamları Harar’ı seyretmek için düzenlenmiş; bütün Harar neredeyse ayaklar altında.
Rimbaud hakkında söylenecek çok şey var aslında. Harar’da kahve ticareti yapan ilk Batılı olduğu, Somali bölgesi hakkında Fransa için yazdığı rapor, çektiği fotoğraflar. Fakat üzerinde durulması gereken, aslında bu romantik Fransız şairin aynı zamanda bir silah tüccarı olması. Kral II. Menelik’e sattığı silahların, bölgede daha fazla Müslümanın ölümüne neden olduğu neredeyse gözlerden kaçmış.
Rimbaud’nun evinin yakınlarında Harar’ın önemli alimlerinden Şeyh Ahmed’in evi var. Şeyh Ahmed’in evi oldukça mütevazı bir ev. Kalın duvarlarla çevrili evin kapısı geniş bir avluya açılıyor. Avludan eve girdiğinizde içeride namaz kılan 90 yaşlarında bir kişiyi fark ediyoruz. Geldiğimizi anlayınca namazı sona erdiriyor. Şeyh Ahmed Harar’ın tanınmış alimlerinden, gözleri görmüyor, fakat kalbinin sizi fark ettiğini düşünüyorsunuz. Türkiye’den geldiğimizi duyunca ayağa kalkıyor ve ellerimize sıkıca sarılmak istiyor. Her gün Türkiye ve Erdoğan için dua ettiğini söylüyor. Harar’ın İkinci Abdülhamid’e çok şey borçlu olduğunu, Harar halkının Kral II. Menelik’in katliamından onun yazdığı mektup sayesinde kurtulduğunu söylüyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Müslümanların sesi olduğunu, hep kendisi için dua ettiğini, Allah’tan her zaman onu korumasını istediğini söylüyor. Kısa süren ziyaretten sonra ayrılıyoruz. Harar’ın dar sokaklarında tekrar kendinizi keşfetmeye çalışıyoruz.
İslam’ın beş farzının temsil edildiği Harar evleri
Harar’a yolunuz düşerse otellerde değil geleneksel Harar evlerinde kalmalısınız. Şehirde ‘gey gar’ olarak adlandırılan bir çok geleneksel ev var. Bu evler de turizmden nasibini almış ve çoğunluğu ‘guest house’ olarak hizmet veriyor. Bu evlerde kalmak, vakit geçirmek, Harar ruhunu hissetmek, yaşamak anlamına geliyor.
Evler kerpiç, taş ve ahşabın uyumlu bir şekilde kullanımıyla yapılmış. Çoğunlukla iki katlı olan geleneksel Harar evlerinin üst katları ahşap iki yatak odasından oluşuyor. İlk katı ‘gıdır gar’ olarak bilinen asıl odadan oluşuyor. Bu odada beş bölüm var. Harar evlerinde yaşayanlar birbirinden yaklaşık 30-40 santimetre yüksekliklerle ayrılmış bu bölümlerde oturuyorlar. Bu bölümler İslam’ın beş farzını simgeliyor. Ayrıca duvarda sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerini simgeleyen saatler de var. Bu saatler fecr, zuhur, asr ve mağrip vakitlerine göre, yani güneşin hareketlerine göre ayarlanmış.
‘Gey gar’ odasındaki Emir Nadaba bölümü, kralların yani aile reisinin oturduğu yer. Bu bölümde yerde küçük bir halı ve iki yastık bulunuyor. Bu bölümün hemen üzerinde Gıdır Nadaba bölümü var. Gidir Nadaba Emir Nadaba bölümüne göre biraz daha geniş. Burası Harar alimlerine ve Kuran hafızlarına ayrılmış bölüm. Evde çocuk da olsa bir Kuran hafızı varsa burada oturuyor. Gıdır Nadaba’nın hemen yanında Sutri Nadaba bulunuyor. Evin en yaşlısı bu bölümde uzanıyor. Sutrri Nadaba oturan kişinin uzanabilmesi için de dizayn edilmiş.
Gıdır Nadaba’nın altında Tit Nadaba bölümü bulunuyor. Burası evin çocuklarının oturacağı yer olarak düzenlenmiş. Odanın sol tarafında ise evin kadınının ve kız çocuklarının oturacağı Gabti Eher Nadaba bölümü bulunuyor.
Birbirlerine bağlı bu bölümler sosyal bir farklılaşmayı değil, sosyal bir bütünlüğü temsil ediyor. Bir elin parmaklarını gösteriyor sanki.
Evin avluya açılan süslemeli ahşap büyük kapısının üzerinde bir halının konulduğunu fark ediyoruz. Kapının üzerindeki halı evde bekâr bir kız olduğunu bildiriyor; iki halı konulmuşsa iki bekar kız olduğu anlamına geliyor.
Evin duvarlarındaki süslemeler ise günlük hayatta kullanılan eşyalardan oluşuyor. Özellikle geleneksel Etiyopya ekmeği olarak bilinen İncira’nın konulması için yapılan birbirinden renkli yayvan sepetler dikkatimizi çekiyor.
İkindi sonrası Harar sokaklarında bir sessizlik olur. İnsanlar yavaş yavaş iftar hazırlıkları için evlerine çekilir. Kadınlar bir koşuşturma içinde yemekleri hazırlamaya çalışırken, erkekler ikindi namazından sonra evlerine gelip, önce Kuran-ı Kerim okurlar. Daha sonra hadis veya fıkıh kitapları okunur. Okumalar bittikten sonra, ailenin reisi çocuklarıyla dinî konularda sohbet eder.
Harar’da iftar vakti
Harar’da artık iftar vakti yaklaşmıştır. Evin bireyleri abdestlerini almaya başlarlar. İftardan beş dakika önce, ailenin hanımlarının hazırladığı sofraya oturulur. Sofra Gidir Nadaba bölümünde kurulur. Dışarıdan bir ses duyurur, iftara az kaldı diye. Bir kaç dakika sonra ezan sesi gelir ve Harar hurması ile oruçlar açılır. Orucu ilkin ailenin en yaşlısı “Haydi bismillah” diyerek açar.
İlk gelen yemek darı, un ve keçi etinden yapılmış Ramazan çorbasıdır. Çorba içildikten sonra, akşam namazı için evin giriş bölümüne geçilir, burada aile reisinin imamlığında akşam namazı kılınır.
Akşam namazı kılındıktan sonra tekrar sofraya geçilir. Sofraların vazgeçilmez ekmeği, bir çeşit ‘incira’ olan, beyaz undan yapılan 'Tultuf' ekmeğidir. Çorbadan sonra önümüze bakır bir kapta ‘Hilbat Marah’ adı verilen yemek getiriliyor.
Patates, kemikli dana eti, domates, sarımsak, soğan ve kırmızı acı biberle yapılan yemeği yerken bir anda bütün yorgunluğunuz gider; yemek sanki tuttuğunuz orucun karşılığında bir ödülmüş gibi gelir. Diğer bir yemek ise keçi eti kıyması, soğan, sarımsak ve tereyağından yapılan ‘Akilel Marah’. Bu yemeğin lezzetini alabilmek için, onu kaşık ya da çatalla değil, Tultuf ekmeği ile yemeniz gerektiği hususunda uyarıyor, evin reisi. Yemeğin yanında limon suyu, şeker ve kimyonun harmanlanmasıyla oluşan 'Derbsi' adlı şerbet ikram ediliyor.
Yemekten bir müddet sonra ise Bantur adı verilen tatlı ikram ediliyor. Bantur tatlısı şeklen bizdeki şekerpareye benziyor, fakat tadı oldukça farklı. Beyaz un, şeker ve beyaz Harar balı ile yapılan bu tatlı oldukça hafif.
Tatlıdan sonra bir serenomi eşliğinde Harar kahvenizi içiyorsunuz. Oldukça sert bir kahve olmasına rağmen, farklı aromasından dolayı, bir fincan daha içmek için istemek zorunda kalıyorsunuz.
İftarı yapıp evden çıktığınızda sizi kalabalıklar içindeki sokaklar ve caddeler karşılıyor. Neredeyse bütün Hararlılar dışarıda. Çocuklar birbirleri ile oyunlar oynuyor, kadınlar bir köşede koyu bir sohbete dalmış, erkekler ise teravih namazı için hazırlık yapıyorlar.
Harar’da 99 cami bulunuyor ve her camide hatimle teravih namazı kılınıyor. Bizim tercihimiz Abdullah’ın namaz kıldırdığı şehrin en büyük camiinde teravih namazı kılmak. Namazlarda Harar tavrıyla okunan ayetler, sureler birbiri arkasına geliyor. Namazın hiç bitmemesini istiyorsunuz. İkişer ikişer toplam yirmi rekat olarak kılınan teravih yaklaşık iki saat sürüyor.
Teravih bittiğinde, namaz çıkışı herkesin birbiriyle Harar usulü (bir eli sımsıkı tutup diğer elle omuzlara dokunarak) musafaha ettiğini görüyorsunuz.
Ramazan akşamları da Harar sokakları Afrika’nın en canlı sokakları. Bu canlılık neredeyse sahura kadar devam ediyor.
Geleneksel kahve evleri, ailece gelen müşterilerini karşılıyor, sokak satıcıları kuru yemiş ve mısır satıyor. Yollarda kadınlar ve erkekler yürüyor, birbirlerine heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatarak. Çocuklar bir koşuşturma içinde oyunlarını oynuyorlar. Sokaklardan keçiler, kediler, köpekler geçiyor. Sonra sırtlanları görüyorsunuz. Sırtlanlar insanların yanlarından geçiyor, yerde buldukları et ve kemik parçalarıyla yetinmeye çalışıyorlar.
Sırtlanları görünce, vahşi hayvanlarla insanların uyum içinde, birbirlerine dokunmadan aynı sokaklardan geçişine hayret ediyorsunuz. Hararlılar, sırtlanların kendilerine, kendilerinin de sırtlanlara dokunmadığını, barış ve huzur içinde yıllardır bir arada yaşadıklarını söylüyorlar. Buna inanabilmek için Harar’a gelmek gerek: Gerçekten de bir kız çocuğunun yanından iki sırtlan geçiyor; başka bir sokakta teravih namazından dönen bir genç bir sırtlan topluluğunun arasından geçiyor.
Harar’da bir gün daha sona eriyor. Harar’da Ramazan da sona eriyor. Biz de sessizce uyumak için kalacağımız geleneksel Harar evine geçiyoruz.