Hacı Bektâş-ı Velî’yi Doğru Anlamak

Gönüllere taht kuranlar, Allah dostları...

Hacı Bektâş-ı Velî’yi Doğru Anlamak

Anadolu insanının din anlayışının şekillenmesi noktasında etkin figürlerden biri olarak karşımıza çıkan Hacı Bektâş-ı Velî “Horasan Melâmetîliği” olarak isimlendirilen İslâm’ın tasavvufî yorum şekillerinden birinin mühim temsilcilerindendir.

 

Her ne kadar hayâtı hakkında bilinenler sınırlı olsa da, kendisini yürüdükleri yolun önderi olarak kabûl eden ve yüzyıllarca onun izini takip ettiklerini söyleyen kitlelerin benimsedikleri

temel ilkeler üzerinden aslında onun nasıl bir hedefe doğru ilerlediğini tespit etmek mümkündür.

Bununla birlikte burada teklif edilen yöntem, yapısı itibariyle doğal olarak birtakım sıkıntıların ortaya çıkmasına müsait bir özellik de arz etmektedir. Zira asırlar boyunca onunla ilgili olarak nakledilen çeşitli rivayetler yanında kaleme aldığı söylenen ve fakat kendisine aidiyeti hususu problemli olan eserlerin bu durumu, farklı meşreplere mensup kalem sahiplerinin onunla ilgili yorumlarında kendi değer yargılarını merkeze alan bir tavır benimsemelerine ve bu doğrultuda fikirler öne sürmelerine yol açmıştır. Burada ilgili meselenin detaylarına girilmeden Hacı Bektâş-ı Velî’yi kendilerine rehber kabûl eden Anadolu insanının gönül dünyâsının verilerinden hareketle onu doğru anlamanın yolunu açacak temel birkaç esastan söz edilecektir.

Hacı Bektâş-ı Velî her şeyden önce bir Velî/Allah dostu olarak görülür ve hemen her kesim tarafından öyle kabul edilir. Kendisinden öncekilerin açtığı yolda ve aynı amaç için ilerleyen bu gönül eri tıpkı diğerleri gibi, bir taraftan hârikulâde hâllerden ve gayba dâir meselelerden söz ederken diğer yandan yaşanmakta olan reel hayâtın içinden konuşmuş ve yine, o hayâtı daha da yaşanır kılmak için kendine özgü yorum şekilleri geliştirmeye çalışmıştır.

Bir başka deyişle o aynı zamânı, aynı toprağı, aynı inancı, aynı örfü ve aynı dili paylaştığı halk için bu değerlerin uyumlu birlikteliğinin ürünü olan ve muhatapları tarafından kolayca kabûl görüp sonraki nesillere aktarılabilme niteliği bulunan bir tasavvufî İslâm anlayışı inşâ etmeye hayâtını adamıştır. Son dönemlerde kendisi ve geleneği hakkında seslendirilen birtakım mesnedsiz ve tutarsız görüşler bir tarafa bırakılacak olursa, hakîkatin burada ifâde edilen şekilde tezâhür ettiği görülecektir.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin hitâp ettiği Anadolu insanı İslâm’a mutlak mânâda bağlı olmasının yanında, Allah Rasûlü’nün emânetleri olarak gördüğü Ehl-i Beyt’e karşı da hassas bir yaklaşıma sahiptir. Bir başka ifâdeyle, İslâm’ı Ahmed Yesevî’nin tasavvuf esinli yorumları aracılığıyla hayâtına nakşeden bu insanlar, daha ilk günden itibâren, zulme uğradıklarına

inandıkları Peygamber torunlarının safında olmayı önemsemişlerdir. Bu realiteyi göz ardı etmeden, birlikte yaşadığı Anadolu insanının İslâm’la olan irtibâtını yazılı eserler üzerinden değil, daha ziyâde gönül müellefâtı yoluyla güçlendirmenin vâsıtalarını devreye sokmanın en doğru yöntem olduğunu gören Hacı Bektâş-ı Velî; asırlar boyunca dillerde tekrar edilegelen ve aslında halk bilgeliğinin ürünü olan birçok görüşünü sıradan insanların gündelik hayatlarına aksettirmeyi başarabilmiştir.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin tebliğini yapmaya gayretettiği İslâm yorumunun en somut ve sağlam örnekleri aynı geleneğin bir başka temsilcisi olan ve kendisinden hemen sonra yaşayan Yûnus Emre’de mevcuttur. Dolayısıyla Bizim Yûnus’tan bugüne kalan manzûmeler üzerinden Yürümek Hacı Bektâş-ı Velî’nin ideallerini doğru anlamanın en kestirme yollarından biri olarak değerlendirilebilir. Bunların dışında asırlardır Anadolu insanının İslâm anlayışını çok yalın ama bir o kadar da derin şekilde ortaya koyan ve de çoğunlukla şifâhî yolla aktarılan birtakım deyişler de bize Hacı Bektâş-ı Velî’nin ufkunun boyutları hakkında mühim ipuçları sunmaktadır.

 

“Eline, diline, beline” formülü yukarıda ifâde edilen hususa dâir verilebilecek en çarpıcı örneklerden biridir. Kur’ân’ın yüzlerce âyetinin hakîmâne tarzda mücmel tefsiri olarak tanımlanabilecek tarzdaki bu formülasyon, İslâm toplumun kendi içinde uyması gereken kurallar bütününü en âliminden en câhiline kadar herkes tarafından anlaşılabilecek sâdelikte bir dille ifâde ederken, aynı zamanda, bireysel mânâda mânevî olgunlaşmanın yollarına dâir çeşitli sistemler geliştirmeye ya da bunlara tâbi olmaya niyetlenenlere söz konusu yolun ana ilkelerini özetlemektedir.

Diğer taraftan, “bir olalım, diri olalım, iri olalım” ifâdesi aynı inancı paylaşanlara hitâben bir Allah dostunun dilinden dökülmüşse anlamının belli bir ırkla, mahdut bir vakitle ya da hatları belirlenmiş bir coğrafyayla sınırlandırılamayacağı açıktır. Müslüman -hangi mezhep ya da tarîkata mensup olursa olsun- bu hitâbın kendisine yönelik olduğunu düşünmek zorundadır. Özellikle de son iki asırdan beri bin bir parçaya ayrılan ve her rüzgârla bir başka yöne savrulan günümüz Müslümanı için bu çağrı çok derin anlamlar taşımaktadır. Bütün farklılıklarına rağmen, kendini kuşatıcı İslâm şemsiyesi altında gören herkes için evrensel bir çağrı olan yukarıdaki sesleniş her ne kadar târihsel anlamda, bir taraftan Moğol istilâsı, diğer yandan Haçlı seferleri yüzünden çetin sıkıntılarla karşı karşıya kalan Anadolu Müslümanlarına yönelik gibi gözükse de aslında o döneme nazaran çok daha rafine saldırılara mâruz kalan muasır İslâm halkları için de rehber olarak kullanılabilecek kuşatıcılığa sahiptir.

Son olarak kurumsal bir örnek üzerinde duralım, Bektâşî tarîkatına adını vermiş olan Hacı Bektâş-ı Velî’nin mirâsının doğru anlaşıldığı dönemlerde nasıl değerlendirildiğini çarpıcı şekilde ortaya koyan bu örnek Yeniçeri Ocağı’dır.

Osmanlı devleti gibi “Cihan İmparatorluğu” ünvânına sâhip bir yapının asırlarca ayakta kalmasını sağlayan temel unsurlardan biri olan Yeniçeri Ocağı’na mensup gâzi-erenlerin mânevî eğitimini üstlenen dervişân Bektâşî tarîkatına müntesipti. Bu itibarla Hacı Bektâş-ı Velî’nin yolunun temsilcileri olduklarına inanan Yeniçeriler –bozulma dönemi hâriç- yukarıda sözü edilen ilkelerin gönül dünyâlarına hakim olması sayesinde, Anadolu’nun İslâm yurdu olma özelliğini muhafazası ve başka diyarların bu kapsama dâhil edilmesi gibi hususlarda ciddî roller üstlenmişlerdir.

Şu hâlde, belli bir zaman diliminde ve belli bir coğrafyada yaşamış olsalar da, hayâtın ve varlığın esâsına dâir derin vukûfiyetleri olduğuna şüphe bulunmayan Hacı Bektâş-ı Velî gibi Allah dostlarının, ilhâmını Kur’ân’dan ve Allah Rasûlü’nün uygulamalarından almakla birlikte, varlık sahnesine çıkarken Allâh’ın kendileri için takdir ettiği örf çerçevesinde temel hakîkatlere vurgu yapan hikmet dolu sözlerinin her anlamda erdirici olduğunun unutulmaması gerekir.

 

 

Yazan: Doç. Dr. Salih ÇİFT

Kaynak: Yeni Dünya Dergisi