Dudaklarının kenarında, kuşlar kanat çırpardı
Gazetemiz yazarlarından İbrahim Çolak'ın bugünkü yazısından bir bölüm...
Annemin dizlerine uzanmıştım. Yakışıklı, yorgun ve âşıktım. Yeni yıkanmış uzun saçlarımın arasında dolaşan anne elinin şifa olduğunu çok sonra anlayacaktım.
Yakışıklıydım. Oğullar, annelerinin gözünde yakışıklıydı. Ben de annemin gözünde, yanında, gönlünde yakışıklıydım. Tartışmasız bir gerçekti bu. Uzun saçlarıma limon suyu ile şekil veriyordum. Sevdiğim böyle istiyordu.
Yorgundum. Futbol idmanından yeni gelmiştim. Yorgundum; futbol oynamanın yanında atletizm de yapıyordum. Metin, Sadettin, Cengiz ile sevdiğimiz kızların sokaklarında, serin ikindi vakitleri başlayıp bazen sabahları bulan turlamalarımız yorgunluğuma dâhil değildi.
Âşıktım. Adı Hâceydi. Şimdi, aradan bunca yıl geçti, hala onu tarif ederken kıskanıyorum! Boyu, posu, saçları, yüzü, gizli gamzesi bana kalsın. Nasıl söyleyeyim: “Genç kızlığın çiçek açan mevsimini yaşıyordu” Hace. Ya da şöyle: Dudaklarının kenarında, genç kızlığının tazeliğiyle kuşlar kanat çırpardı. Niye böyle diyorum; bunca yıldır, içimde, bir tek onda gördüğüm ve manasını yalnızca ikimizin bildiği gülüşlerini saklıyorum.
X
Sol elimle onun sağ elini tutuyordum.
Demiştim; Bir kadın en çok da avucunu öpüldüğün de sevilir. Acunu öpmüştüm. Başım önümdeydi. Gidecekti.
Masada duran kağıdı karalıyordum çaresizlikle. Ne diyebilirdim. Gitmeliydi.
Sonra şunları yazdım: "Non ti veglio lasciare".
*Seni bırakmak istemiyorum.
...