Cuma Günü ve Namazı - Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Hicretin birinci asrından bu yana İslâm âleminde büyük bir ihtimamla toplu halde edâ edilegelen cuma namazının ve Allah'ın müstesnâ nimetlerine zarf teşkil eden cuma gününün İslâm'da çok önemli bir yeri vardır

Cuma Günü ve Namazı - Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Hayatı boyunca Hz. Peygamber (sav) Medîne'de bu namazı bizzat kıldırmış, sonra Hulefâ-i Râşidîn devlet başkanlığı yanında cuma imamlığını da yürütmüşlerdir. Daha sonraki devirlerde de cuma imamlığı ya halifenin, yahut da onun izin verdiği önemli kişilerin vazifesi olarak telâkki edilmiştir. 
Kur'ân-ı Kerîm'in bu ibâdetle ilgili âyetleri ihtiva eden 62. sûresine "cuma" isminin verilmiş olması İslâm'ın cumaya verdiği önemin parlak bir işaretidir. 
Müslümanların dinî hayatında olduğu gibi, siyasî ve ictimâî hayatında da büyük tesir icrâ etmiş bulunan bugünün ve içinde yer alan ibadetin Kitâb, Sünnet ve Fıkıhtaki yerini ve hükümlerini, târihimizde cuma günü ve namazı ile alâkalı tatbikatı aşağıdaki satırlarda etraflıca tetkike çalışacağız. 

1. Cuma ile İlgili Âyet ve Hadîsler: 
A. Âyet: 
"Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırılınca Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Bilseniz bu sizin hakkınızda daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne yayılın, Allah'ın lûtfunu arayın, Allah'ı sık sık anın ki felâh bulasınız."1 


B. Hadîsler:2 
Önemi: 
1. İbn Mes'ûd'dan, Hz. Peygamber'in (sav) cumayı kılmayan kimseler için şöyle dediği rivâyet edilmiştir: 
"Vallahi cemâate namaz kıldırmak üzere birisine emir verip sonra, cumaya gelmeyenlerin içinde bulundukları evleri yakasım gelir." (Müslim, İbn Hanbel). 
2. Ebû Hureyre ve İbn Ömer'den, Rasûlullah'ın (sav) minberinden şöyle hitâbettiğini duydukları rivâyet edilmiştir: "Bazı kimseler ya cumayı terketmekten kesin olarak vazgeçerler yahut da Allah onların kalplerini mühürleyecek de artık gâfil olacaklar." (Müslim, Ahmed, Nesâî). 
3. Ebu'l-Ca'd ed-Damarî'den Rasûlullâh'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Mühimsemediği için (mazereti olmadığı halde) üç cumayı terkeden kimsenin Allah kalbini mühürler." (Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce). 
Bir rivâyette "üstüste üç cumayı..." şeklindedir.3 

Şartları: 
4. Abdullah b. Amr'dan, Rasûlullâh'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma, ezanı işitenin üzerine borçtur." (Ebû Dâvûd, Dârekutnî). 
5. Hafsa'dan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Cumaya gitmek, ihtilâm gören (ergenlik çağına giren) herkese gereklidir". (Nesâî). 
6. Târık b. Şibâh'tan rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: "Cuma, cemâat halinde her müslümana Allah'ın hakkı olarak vazifedir: Ancak şu dört sınıf müstesnâ: Başkasının mülkü olan köle, yahut kadın, yahut çocuk, yahut da hasta."(Ebû Dâvûd). 
7. İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav), Abdullah b. Revâha'yı akıncılarla beraber göndermiş, bu da cumaya rastlamıştı. Abdullah geri kalarak: "Cumayı Rasûlullah ile beraber kılar, sonra yetişirim" demişti. Hz. Peygamber (sav) namaz kılınca onu gördü ve sordu: 
-Sabahtan arkadaşlarınla beraber niçin gitmedin? 
-Cumayı seninle kılmak, sonra arkalarından yetişmek istedim. 
-Yeryüzünün bütün varlığını Allah yolunda harcasan onların sabahtan çıkışlarının sevâbını elde edemezsin!" (Ahmed, Tirmizî). 
8. Hz. Ömer, sefer kıyafetine bürünmüş bir kimseyi görmüş ve "bugün cuma olmasaydı yola çıkacaktım", dediğini de işitmişti; şöyle dedi: "Yola çık, çünkü cuma insanı yolculuktan menetmez." (Şâfiî, müsnedinde rivâyet etmiştir). 
9. Abdurrahman b. Kâb görme hâssesini kaybettikten sonra elinden tutup gezdirmekte olduğu babası Kâ'b b. Mâlik'ten rivâyet etmiştir: "Kâ'b! Cuma ezânını işitince Es'ad b. Zürâre'ye rahmet diliyorsun, bunun sebebi nedir? diye babama sordum, şu cevabı verdi: 
-Çünkü o bize, Beyâda oğullarının Harra Köyü'ne ait olan Nebit düzlüğündeki Nakî'u'l-Hadımât'ta4 ilk cumayı kıldıran kişidir. 
-O gün kaç kişiydiniz? 
-Kırk erkek idik. (Ebû Davûd, İbn Mâce) 
İbn Mâce rivâyetinde: "Hz. Peygamber (sav) Mekke'den gelmeden önce..." kaydı vardır. 
10. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasûlullâh'ın (sav) mescidinde kılınan cuma namazından sonra edâ edilen ilk cuma namazı Bahreyn'e bağlı Cuvâsâ'da Abdulkays Mescidi'nde kılınan cuma namazıdır." (Buhârî, Ebû Dâvûd). 
Ebû Dâvûd rivâyetinde "Cuvâsâ Bahreyn'in köylerinden (karye) birisidir", kaydı vardır. 
11. Enes'ten rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (sav) soğuklar artınca namazı (cumayı) erken kıldırır, sıcaklar artınca da serinliğe bırakırdı." (Buhârî). 

Cumaya Hazırlık: 
13. İbn Selâm'dan, Rasulullâh'ı (sav) minberden şöyle seslenirken işittiği rivâyet edilmiştir: "İş elbisesinden başka cuma günü için bir kat elbise alsanız ne olursunuz?" (İbn Mâce, Ebû Dâvûd). 
14. Ebû Said'den Rasûlullâh'ın (sav) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Her müslümana cuma günü yıkanmak (gusûl) gereklidir. Ve en uygun elbisesini giymelidir. Eğer misi varsa ondan da sürer." (Ahmed.) 
15. Selman el-Fârisî'den Rasûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma günü yıkanan ve elinden geldiği kadar temizlik yapan, yağından sürünen yahut evinin misinden vücuduna süren, sonra câmiye giden ve iki kişinin arasını açmayan, sonra kendine farz kılınan namazı kılan, sonra imam konuştuğu zaman sükût edip dinleyen hiçbir kimse yoktur ki, o cumadan diğer cumaya kadar bağışlanmış olmasın!" (Ahmed, Buhârî). 
16. Ebû Hureyre'den Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma günü cünüplük guslü gibi gusleden, sonra erkence cumaya giden kimse, sanki bir deve kurban etmiştir. Daha sonra giden bir sığır, daha sonra giden boynuzlu koç, daha sonra giden tavuk, daha sonra giden yumurta kurban etmiş gibidir. İmam minbere çıkınca artık melekler de gelir ve zikri dinlerler." (Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd). 
Cuma Namazından Önce ve Sonra Nâfile Namazı: 
17. Ebû Hureyre'den Rasûl-i Ekrem'in (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Cuma günü yıkanan sonra camiye gelip nasib olduğu kadar namaz kılan, sonra imam hutbesini bitirinceye kadar susan, sonra onunla beraber -cuma- kılan, gelecek cumaya kadar ve üç gün de fazla olarak avf ve mağfirete nâil olur." (Müslim). 
18. Ebû Sâid'den rivâyet edildiğine göre cuma günü Rasûlullâh (sav) minberde hitâbederken bir adam mescide gelmişti ve Rasûl-i Ekrem (sav) ona iki rek'at namaz kılmasını emretmişti." (Müslim, Tirmîzî, Nesâî İbn Mâce). 
19. Ebû Hureyre'den Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Herhangi biriniz cumayı kılınca ondan sonra dört rek'at daha namaz kılsın". (Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd). 
20. İbn Ömer'den Rasûlullâh'ın (sav) cuma namazından sonra evinde iki rek'at namaz kıldığı rivâyet edilmiştir. (Buhârî, Müslim, Ahmed...). 

Hutbe: 
21. Câbir'den rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem (sav) minbere çıkınca -cemâata- selâm verirdi (İbn Mâce). 
22. Sâib b. Yezid'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Hz. Paygamber (sav), Ebû Bekir ve Ömer zamanlarında cuma günü ilk ezan, imam minbere oturunca okunurdu. Hz. Osman halife olup halk çoğalınca Zevrâ üzerinde -okunmak üzere- üçüncü ezanı5 ilâve eyledi. Rasûlullâh'ın (sav) sadece bir müezzini vardı. (Buhârî, Nesâî, Ebû Dâvûd). 
23. İbn Mes'ud'dan rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem (sav) şehâdet getirdiği zaman şöyle derdi. 
"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret niyaz eyleriz ve nefislerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini şaşırtacak yoktur; saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka mâ'bud yoktur, yine tanıklık ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir. Allah O'nu, kıyametin önüsıra, müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştir. Allah ve Rasûlü'ne itâat eden makûl ve doğru davranmıştır. Onlara itâat etmeyen ise ancak kendisine zarar verir; Allah'a hiçbir zarar veremez." (Ebû Dâvûd). 
24. Câbir b. Semure'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) ayakta hitâbeder, iki hutbe arasında otururdu; -hutbede- âyetler okur ve halka gerekeni söyleyip hatırlatırdı. (Ahmed, Müslim, Nesâî). 
25. Yine Câbir'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav) cuma günü -hutbede- vaazı uzatmazdı; hutbe birkaç cümleden ibaret idi." (Ebû Davûd). 
26. Ammâr b. Yâsir'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullâh'ın (sav) şöyle dediğini işitmiştir: "Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa olması -dini- iyi anladığının işâretidir; namazı uzatın, hutbeyi ise kısa tutun." (Ahmed, Müslim). 
27. Câbir b. Semure'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Rasulûllâh'ın (sav) namazı da hutbesi de mutedil idi." (Ahmed, Müslim, Tirmizî...). 
28. Ebû Hureyre'den rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü imam hutbe irad ederken yanındakine "sus!" dediğin takdirde cumanın sevabını kaybetmiş olursun." (Buhârî, Müslim, Ahmed...). 
29. Bureyde'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullâh (sav) bize hitabediyordu. Hasan ve Hüseyin üzerinde kırmızı birer elbise ile düşe kalka geldiler; bunun üzerine Rasûlullah (sav) minberden inerek onları kucağına aldı, çıkarıp önüne oturttu sonra da şöyle buyurdu: Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir; "Mallarımız ve çocuklarımız ancak fitnedir (imtihan vesilesidir), şu iki çocuğun düşüp kalktığını görünce dayanamayıp sözümü kestim ve onları çıkardım."(Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce). 
30. Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sav) cuma günü minberden inince adamlar O'na muhtaç oldukları hususu söylerlerdi. O onlara cevap verir, sonra namaz kıldırdığı yere geçer ve namazı kıldırırdı. (Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî). 
31. Enes'ten rivâyet edildiğine göre cuma günü Rasûlullah (sav) ayakta hutbe irâd ederken bir adam dâru'l-kazâ'nın6 karşısındaki kapıdan mescide girdi, ayakta olarak Rasûl-i Ekrem'e lerdöndü ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Mallarımız mahvoldu, yollar kesildi (seferler durdu). Allah'a duâ et, bize yağmur göndersin!" Bunun üzerine Rasûlullah (sav) ellerini kaldırdı, sonra şöyle duâ etti: "Allah'ım bize yağmur ver! Allah'ım bize yağmur ver!.." (Buhârî, Müslim, Ahmed).7 
Bu duâ üzerine bol yağmur yağmış, ertesi cuma aynı adam Rasûl-i Ekrem'den (sav) yağmurun kesilmesi için duâ etmesini rica eylemiştir. Buraya kadar tercemelerini sunduğumuz hadisler, bahisler içinde yeri geldikçe açıklanacak, hangi hükümlere kaynak oldukları ifade edilecektir. 

II. Cumanın Hususiyetleri: 
Cuma gününü ve bugün içinde yapılan ibâdetleri diğerlerinden ayıran hususiyetler vardır. İslâm, eşya, hâdise ve hareketleri uğursuz saymayı tasvib etmez. Fakat uğurlu saymayı, hayra ve iyiliğe alâmet telâkki etmeyi, bu vesileler ile Allah'tan iyilik niyaz ve ümit eylemeyi menetmez; aksine teşvik eder. Bu cümleden olarak cuma günü de müslümanların mübârek saydıkları bir gündür ve şu hususiyetleriyle diğer günlerden ayrılır:8 
1. Hz. Peygamber (sav) cuma gününün sabah namazında ed-Dehr ve es-Secde sûrelerini okurdu. Çünkü bu iki sûre cuma günü olmuş ve olacak şu hâdiseleri ihtivâ etmektedir: Hz. Âdem'in yaratılması, kıyâmet günü ba's ve haşr... 
2. Her zamankinden fazla cuma günü ve gecesi Hz. Peygamber'e (sav) salât-u selâm müstehab kılınmıştır. Rasûl-i Ekrem (sav) bu mevzûuda şöyle buyurmuşlardır: "Günlerinizin en üstün olanlarından biri de cuma günüdür: Âdem o gün yaratılmış, o gün rûhu kabzedilmiştir. Sûra o gün üflenecek ve o gün kıyamet vuku bulacaktır. Bu sebeple o gün üzerime çokça salât-ü selâm gönderiniz; çünkü salavâtınız huzuruma getirilmektedir. Sordular: "Ya Rasûlullah! Çürümüş olduğunuz halde salâvatımız size nasıl arzedilir." 
Cevap verdiler: "Şüphesiz Allah yere, peygamberlerin cesetlerini yemesini haram kılmıştır."9 
3. Müslümanların Arefe toplantısı dışındaki en büyük ve mukaddes toplantılarına vesile teşkil eden, peşipeşine üç defa terkedenin kalbi mühürlenen... Cuma namazı bu güne mahsus bir ibâdettir. 
4. Cuma günü gusûl emredilmiş, bazı müctehidler bunu farz telâkki eylemişlerdir. 
5. O gün güzel koku sürünmek diğer günlerde sürünmekten efdâldir. 
6. Cuma günü misvak kullanmak ve dişleri yıkamak üzerinde daha fazla durulmuştur. 
7. Camiye erken gitmek teşvik edilmiştir. 
8. İmam minbere çıkıncaya kadar namaz kılmak, Kur'ân okumak ve Allah'ı anmak gibi ibâdetler ile meşgul olunur. 
9. Hatip hutbe irâd ederken susmak farzdır. 
10. Cuma günü "el-Kehf" sûresini okuyana uhrevî mükâfat va'dedilmiştir. 
11. İmam Şâfiî ve tâbileri ile İbn Teymiyye gibi müctehidlere göre cuma günü zeval vaktinde (güneş doğudan batıya seyrini tam yarıladığı, eşyanın gölgesi dibine düştüğü ve doğu istikâmetinde uzantı başladığı zaman) namaz kılmak mekrûh değildir.10 
12. Hz. Peygamber (sav) cuma namazında ekseriya "el-Cum'a ve el-Münâfikûn" yahut "el-A'lâ ve el-Gâşiye" sûrelerini okumuştur. 
13. Cuma günü müslümanların haftalık bayram günüdür. 
14. Bu günde herkesin gücüne göre en iyi elbisesini giymesi müstehâbdır. 
15. Bu günde câmileri tütsülemek teşvik edilmiştir. 
16. Kendisine cuma namazı farz olan kimsenin, namaz vakti girince yolculuğa çıkması câiz değildir.11 
17. Cumaya giden kimsenin her adımına bir yıllık -nâfile- namaz ve oruç sevâbı vardır. 
18. Her cuma, sonraki cumaya kadar günahlara keffâret vesilesidir. 
19. Her gün faryab edilen cehennem o gün sâkin olur. 
20. Cuma günü içinde, duâların kabul edildiği bir zaman "sâatü'l-icâbe" vardır. Bu zamanın Hz. Peygamber (sav) devrinden sonra da devam edip etmediği; ediyor diyenlere göre günün belli bir zamanında olup olmadığı hususlarında çeşitli görüşler vardır. Cuma gününün muayyen bir zamanındadır diyenler de bu mevzûudaki hadîslerin delâlet ve işâretlerinden faydalanarak muhtelif neticelere varmışlardır ki, ortaya onbir tahmin çıkmaktadır. Bunların içinde en kuvvetli olanı ikisidir: 
a) İmamın minbere çıkmasından namazın kılınmasına kadar, 
b) İkindi namazından sonra.12 
21. Şartları bulununca her müslümana farz olan cuma namazını geçiren kimsenin bir dinar, eğer bulamazsa yarım dinar tasaddûk eylemesi emredilmiştir. 
22. Cuma namazı içinde hutbe vardır. Hutbeden maksad Allah Teâlâ'ya hamd-ü senâ, birliğine şahâdet; Rasûlullâh'a (sav) salât-ü selâm ve peygamberliğine şahidlik etmek, müslümanlara va'z u nasihatta bulunmak, önemli haberleri iletmek ve uyarmaktır. 
23. Cuma günü farz ve nâfile cinsinden çeşitli ibâdetlere tahsis edilmiş bir gündür. Bu gün, yıl içindeki Ramazan ayı, ömür içindeki hacc gibi hafta içinde bir ibâdet günüdür. Bu günün değerlendirilmesi haftanın değerlendirilmesi demektir. 
24. Cuma aynı zamanda bir bayram günüdür. Bayram günlerinde kurban ve sadaka vardır. Cumaya erken gitmek de bu günün kurban ve sadakası olarak kabul edilmiştir. 
25. Cuma günü fukaraya yapılan yardım, diğer günlerde yapılandan daha ecirli ve sevaplıdır. 
26. Allah Teâla cennete, cuma günleri şerefine, sevgili kullarının kendisini ziyâretlerine fırsat bahşetmek için tecellî edecektir. Haberlere göre bu tecellîde O'na en yakın olan, cumada imama en yakın olandır; bu tecellîye önce mazhar olanlar da cumaya önce gelenlerdir. 
27. "el-Bürûc" sûresinde geçen "Yıldızlarla dolu semâya, geleceği va'dedilen güne, şâhidlik edene ve kendisi için şâhidlik edilene yemin olsun."13 âyetindeki va'dedilen gün "Kıyâmet günü", şâhidlik eden "cuma günü", şahidlik edilen de "arefe günü" olarak tefsir edilmiştir. 
28. Cuma günü, insan ve cin şeytanları müstesnâ, bütün varlıkların heyecan duydukları ve bu günü hissettikleri bildirilmiştir. 
29. Ezelden beri mübârek olan cuma gününü yahûdî ve hıristiyanlar bulamamış, Allah bu günü bulup değerlendirmeyi müslümanlara nasib eylemiştir. Bilindiği üzere yahûdilerin ibadet günü cumartesi, hıristiyanlarınki ise pazardır. 
30. Allah Teâlâ aylar içinde Ramazanı, geceler içinde Kadir gecesini, yeryüzünde Mekke'yi, insanlar içinde Muhammed Mustafa"yı (sav) seçtiği gibi günler içinden de cumayı seçmiştir. 
31. Bazı kalb gözü açık kimselerin hâtırâtından anlaşıldığına göre diğer günlerden çok cuma günü, ölülerin ruhları kabirleriyle irtibat kurmakta, yapılan duâlar, verilen selâmlar ve ziyâretlerden haberdâr olmaktadırlar. 
32. Ahmed b. Hanbel gibi bazı müctehidlere göre hafta içinde yalnız cuma günü kasten oruç tutmak mekrûhtur. İmam Ebû Hanife ve Mâlik'e göre mekrûh değildir. 
33. İkinci ezandan itibâren alış-veriş haram ve cuma için camiye hareket farzdır.14 

III. Cuma Namazı: 
Cuma gününde yapılan ibâdetlerin en önemlisi hutbeyi de ihtivâ eden cuma namazıdır. Burada sırayla cuma namazının hikmetini, tarihçesini, şartlarını, cuma hutbesini, cumanın farzından önce ve sonra kılınan namazların hükmünü tetkike çalışacağız. 

A. Cumanın Hikmeti: 
Şah Veliyyullah, cumanın hikmeti üzerine şunları kaydetmiştir: "Bir şehirde oturan halkı dâimâ bir araya toplamak suretiyle namazı cemaât halinde kıldırmak ve böylece namazın doğru olarak öğrenilip yayılmasını sağlamak güç olduğu için, ne çok çabuk gelip güçlük arzeden, ne de çok geç gelip maksadı teminden uzak bulunan bir vakit tâyin etmek gerekti. Hafta, Araplarda ve Arap olmayan milletlerde kullanılmakta idi ve namaz için toplanma zamanını sınırlamaya da elverişli bulunuyordu; bu sebeble toplanma zamanı olarak tâyin edildi. Ancak haftanın hangi günü ibâdet için toplanılacağı hususunda din sahibi milletler farklı davrandılar. Yahudiler cumartesi, hıristiyanlar da pazar gününü -kendilerince tercihe şayan görerek- seçtiler. 
Allah Teâlâ evvelâ Hz. Peygamber'in (sav) ashabının gönüllerine bu mevzûuda büyük bilgiyi ilhâm etti ve O, Medine'ye gelmeden, sahâbe orada cumayı kıldı. Sonra da Cebrâil Hz. Peygamber'e (sav) getirdiği bir aynanın üzerindeki siyah noktadan maksadın cuma olduğunu bildirerek bu bilgiyi ona nakleyledi. 
Cuma gününün seçilmesine sebeb teşkil eden ilim ve sırrın hülâsası şudur: İbâdetin yapılması için uygun vakit Allah'ın kullarına yaklaştığı, duâlarının kabul olunduğu vakittir. Böyle bir vakitte yapılan ibâdetin kabûlü daha ziyâde muhtemeldir, bu ibâdet kalbe daha çok tesir eder ve birçok ibâdetin hâsıl edeceği faydaları meydana getirir. Allah Teâlâ'nın haftada bir gelen öyle bir vakti vardır ki, onda kullarına yaklaşır, el-kesîb cennetinde kulları için tecellî eyler; işte bu vakit olması en çok muhtemel olan gün cumadır; çünkü cuma günü büyük hadiseler vücuda gelmiştir..."15 
Bu mülâhaza ve maârife şunları da ilâve etmek mümkündür: 
Allah Teâla müslümanların kardeş olduğunu ilân etmiş16 bu kardeşliğin pekişmesi, bütün insanlığın sulh, selâmet ve saâdetine ma'tûf güzel meyvalar verebilmesi için çeşitli vesileler hazırlamıştır. Selâmlaşmak, aksırana duâ etmek, herkese tatlı söz ve güler yüzle davranmak, elden gelen maddî, manevî yardımı esirgememek, hastaları ziyaret etmek, komşuları görüp gözetmek, el sıkışmak, mü'min ölüleri için namaz kılıp duâ etmek, ölü sahiplerine tâziyede bulunmak... bu vesile ve tedbirler arasında hatırlanabilir. Bayram namazları, arefe toplantısı gibi seyrek toplantılar yanında daha sık tekerrür eden cuma toplantısı mü'minlerin kardeşliğini, birlik ve beraberlik ruhunu pekiştirip besleyen bir tedbirdir. 
Ferdin ruh ve ahlâk terbiyesi, imanın kuvvetlenmesi, ibâdetin daha canlı, daha müessir ve heyecanlı bir şekilde ifası üzerinde cemâat halinde ibâdetin tesiri ilmin teyid eylediği bir gerçektir. 

B. Cumanın Tarihçesi: 
Câhiliye devrinde bugüne "el-arûbe" denirdi. Sonradan toplamak veya içinde toplanılan mânâsında "el-Cumu'a" ve "el-cum'a" denmiştir. Bu ismin takılmasını Ka'b b. Luey veya Kusay zamanına kadar götürenler vardır. Rivâyete göre bu iki zat halkı mezkûr günde toplar, Hareme saygı göstermelerini söyler, öğüt verir ve yakında içlerinden bir peygamber geleceğini bildirirlermiş. 
Daha kuvvetli olan iki rivâyete göre Hz. Âdem'in hilkatinin bugün toparlanması veya halkın namaz için toparlanmaları sebebiyle bu isim takılmıştır.17 
Tabarânî'nin bir rivâyetine göre cuma namazı hicretten önce farz kılınmış olmakla beraber müşriklerin baskısı yüzünden Mekke'de kılınamamıştır. Sahâbeden bir kısmı hicret edince Hz. Peygamber (sav), onların da arzularını göz önüne alarak kılmalarını emretmiş ve on numaralı hadîste zikredilen yerde Esad b. Zürâre tarafından ilk cuma kıldırılmıştır. 
Kendisi hicret esnasında Kubâ'ya gelince burada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalmış, en yakınlarıyla beraber bizzat çalışarak Kubâ mescidini yapmışlardır. Bu İslâm'ın ilk mescididir. Sonra cuma günü yola çıkmışlar, cuma namazı vaktinde Medine'ye bağlı bulunan Sâlim b. Avf yurduna gelmişler ve Rânûnâ vadisindeki namazgâhta ilk cumayı kıldırmışlardır. Bu, kendilerinin kıldırdığı ilk cumadır. 
Bu tatbikata bakarak cuma namazının, hicretin ilk yılında farz kılındığı ifade edilmiştir.18 

C. Cumanın Şartları: 
Cuma namazıyla alâkalı iki nevi şarttan bahsedilir: Vücûb şartları ve sıhhat şartları; yani cumanın bir kimseye farz olması için aranan şartlar ve kılınan bir cuma namazının muteber olabilmesi için aranan şartlar. 
Bu iki nevi şart yekdiğerinden tamamen ayrı değildir. Bazı hususlar yalnız bir nevî şart içine girerken bazıları her iki nevî içinde de yer almaktadır. 
Bu şartların bir kısmı Kitâb ve Sünnette tasrîh edilmiş olmayıp, çeşitli delâlet yolları ile müctehidler tarafından tesbit edilmiş ve bu sebeple de herhangi bir hususun şart olup olmadığı mevzûunda görüş ve ictihâd farkları meydana gelmiştir. 
Biz önce mezheplere göre şartları sıralayacak, sonra da bunları tetkik süzgecinden geçirmeye çalışacağız. 

1. Vücûbun Şartları: 
Diğer namazların farz olması için aranan şartlara ilâveten cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: 
a) Erkek olmak; cuma namazı kadına farz değildir, fakat kılarsa sahih olur ve artık o günün öğle namazını kılmaz. 
b) Hür olmak. Köleye cuma namazı farz değildir, kılarsa öğle namazı yerine geçer. 
c) Cuma kılınan yerde ikâmet eder olmak. Bu yerin şehir ve köy olması, şehrin vasıfları, müsafirin durumu üzerinde ictihâd farkları vardır. Bunu ileride ele alacağız. 
d) Mazeret sahibi olmamak: 
aa) Cumaya gittiği takdirde zarar gören hastaya, 
bb) Kendisini cumaya götürecek kimsesi olmayan kör ve kötürüme, 
cc) Bitkin hale gelmiş yaşlı kişilere, 
dd) Tehlikeli sıcak ve soğuktan korkan kimseye, 
ee) Çok yağmur ve çamur bulunduğunda, 
ff) Haksız olarak yakalanıp hapsedilmekten korkan kimseye, 
gg) Gittiği takdirde mal, can veya namusun zâyi olmasından korkan kimselere cuma farz değildir, daha doğrusu bu mazeretler sebebiyle mükellefiyetleri düşer. 

2. Sıhhatinin Şartları: 
Kılınan cumanın muteber olması ve öğle namazının yerini tutabilmesi için aranan şartlar: 

Hanefîlere Göre: 
a) Şehir veya şehir hükmünde olan yer ile bunun civarında kılınacak. Şehirden maksat en büyük camii cuma ile mükellef olanları alamayacak kadar nüfusu olan yerdir. Bir idâreci (emîr) bir de hâkimi olan yer diye de tavsif edilmiştir. Civarının uzaklığı için asgarî 400 zirâ* ölçüsü verilmiştir. Daha uzaktakiler şehir dışında sayılırlar. Bir ictihada göre devletin şehir saydığı yer böyle kabul edilir. 
b) İmam, devlet başkanı (veliyyu'l-emr) veya onun vekâlet ve izin verdiği kimse olacak. Camide cuma kılınmasına devlet izin verecek. Devlet başkanının izni cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken istenir. O zaman verilen izin bundan sonrası için muteberdir. 
c) Öğle vaktinde kılınacak. 
d) Hutbe okunacak. 
e) Cami herkese açık olacak. 
f) Cemaat ile kılınacak. 

Şâfîlere göre: 
a) Öğle vakti, 
b) Şehir: İnsanların oturabildiği kale, mağara ve benzeri de şehir hükmündedir. Sahrada kılınamaz. Şehir civarında oturanlardan ezanı duyanlar mükelleftir. 
c) Cemâat. 
d) En az kırk kişi 
e) Tek cuma. Bundan maksat bir merkezde cumanın yalnız bir camide kılınmasıdır. Cami mükelleflere kâfî gelmediği için, ihtiyaca binâen birden fazla camide kılınabilir. Bu takdirde cumadan sonra öğleyi de kılmak sünnettir. 
Eğer ihtiyaç olmadığı halde birden fazla camide kılınmış ise ilk kılınan cuma sahihtir, diğerleri sahih değildir, öğleyi kılmaları gerekir. Evvel veya sonra oluşta şüphe varsa yine öğle kılınacaktır. 
f) Cumadan önce hutbe. 

Mâlikîlere Göre: 
a) İnsanların devamlı olarak oturdukları şehir, köy vb. yerleşim merkezleri. Bu merkezler üç buçuk mil civarına da şamildir. (Bir mil yaklaşık olarak 3 km.) 
b) İmamdan başka oniki kişi. 
c) İmam. Bunda iki şart aranır: 
aa) Yerli olmak veya en az dört gün kalmaya niyetlenmiş misafir bulunmak. 
bb) Hutbeyi okuyanla namazı kıldıran aynı şahıs olmak. 
d) Hutbe. 
e) Cami. 
Camide aranan şartlar: 
aa) Bina olacak. 
bb) Binası en az şehrin mu'tâd binalarına eşit olacak. Meselâ pişmiş tuğla ile bina yapmak adet ise pişmemiş topraktan yapılmış camide kılınmaz. 
cc) Şehir (köy vb. dahil) veya hemen civarında olacak. 
dd) Zarûret bulunmadıkça tek camide olacak. Ülü'l-emr izin vermişse birden fazla camide kılınabilir. 
Bu şartlar bulunmazsa ancak cuma için en önce izin verilmiş camide namaz sahihtir. 

Hanbelîlere Göre: 
a) Vakit: Güneşin bir mızrak boyu yükselişinden eşyanın gölgesi kendisine eşit oluncaya kadar. 
b) En az kırk kişinin devamlı oturduğu yer olup bir fersah civarına da şamildir. 
c) En az kırk kişinin namaz ve hutbede hazır olması. 
d) Hutbe. 
e) Bir cami mükellefleri alıyorsa ikinci camide kılınmaz. Kılınmış ise veliyyu'l-emrin bizzat bulunduğu veya izin verdiği câmideki namaz sahihtir. Birden fazla camide -ihtiyaç olmadığı halde- kılınmasına izin verilmiş ise önce kılınan sahih olur. Diğerleri yeniden öğle namazı kılarlar. 
Buraya kadar münâkaşasız olarak mezheplere göre cumanın şartlarını sıraladık.19 Şimdi bu şartların önce umumî olarak mesnedini ve mahiyetini tesbit edecek sonra da teker teker delillerini verecek ve münâkaşa edeceğiz. 

1. Bu Şartların Dinî Temeli: 
Başta cuma günü ve namazı ile alâkalı âyet ve hadisleri zikretmiştik. Bunlarda ve başka hadislerde cuma namazının şehirde kılınacağı, şu kadar cemâatle kılınacağı, ancak bir camide kılınabileceği, sultanın bulunması veya izin vermesi... gibi vücûb ve sıhhat şartları zikredilmiş değildir. Bu şartlar sözlerin delâleti ve tatbikattan, ictihad yoluyla çıkarılmış, üzerinde de ihtilâf edilmiştir. Şartlar üzerinde lüzumundan fazla titizlik gösteren ve bu yüzden cuma gibi büyük bir ibâdetin ifâsını güçleştirenlere karşı olan İslâm âlimleri vardır: 

İbn Rüşd: "Bu mevzuda müctehidlerin ihtilâf etmelerinin sebebi: Hz. Peygamber (sav) cuma namazını dâimâ cemâatle, camide ve şehirde kıldığı için bu vasıfların şart olma ihtimâlidir. Cuma namazının daima böyle kılınmış olduğunu görüp bunların şart olması gerektiğine kâni olanlar şart koşmuş, böyle görmeyenler de şart koşmamıştır... Ayrıca namaz çevresindeki bu davranış ve oluşların namazla alâkasına da bakılmış, alâkalı görenler şarttır demiş, görmeyenler şart değildir kanaatine varmışlardır. Bu sebeple cemâatin şart olduğunda ittifak etmişlerdir; çünkü cemâat umûmiyetle namazlarda bulunan bir keyfiyettir. İmam Mâlik şehir ve sultanı şart koşmamıştır; çünkü bunların namazla doğrudan bir alâkası yoktur. Buna mukabil namaz ile münasebetini gözönüne alarak camiyi şart koşmuştur. İhtimâl ki, bunların hepsi lüzumsuz derinleşme, ileri gitmedir; halbuki Allah'ın dini kolaylıktan ibârettir, birisi çıkıp pekâlâ şöyle diyebilir: Eğer bunlar cumanın mûteber (Sahih) olması için şart olsaydı Rasûlullâh'ın (sav) sükût etmesi ve bunları açıklamadan bırakması câiz olmazdı; çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "...insanlara gönderileni açıklayasın diye..." "...ihtilâfa düştükleri hususu onlara açıklaman için..."20 

Şâh Veliyyullah: "Cemâat ile bir nevî medeniyetin -cuma namazının sıhhat ve vücûbu için- şart olmasını ümmet, âyet ve hadislerin lâfız ve ifâdelerinden değil, manevî yoldan telâkki etmiş ve benimsemişlerdir. Çünkü Rasûlullâh (sav) halifeleri ve müctehid imamlar cumayı şehirlerde kılıyorlar, kırlarda göçebe yaşayanları muâheze etmiyor, mes'ul tutmuyorlardı. Asırlar ve devirler geçtikçe bunların şart olduğu neticesine vardılar. Çünkü cumadan maksad şehirde dini yaymak, merâsimi açıkça ifâ eylemektir, bunun için de kılındığı yerin şehir olmasını, medenî vâsıtaların bulunmasını gözönüne almak gerekmiştir. Benim nezdimde en doğru olan "köy demek mümkün olan en küçük yerin dahi cuma için kâfî geleceğidir... kırk kişi şart değildir, namazı kıldırmak önce ulü'l-emre aittir, devlet başkanının bulunması şart değildir."21 

Sıddık Hasen b. Ali: "Cuma namazı için devlet başkanı, şehir, muayyen sayı, cami ve tek camide kılınma gibi şartların aranacağına dair Kitâb ve Sünnetten hiçbir delili yoktur."22 
Bu nakilleri çoğaltmak mümkündür. Bizim varmak istediğimiz netice ise ittifak edilen şartlar dışında kalan şartlar üzerinde fazla durmamak ve bunlara riâyet edeceğim diye cuma namazı gibi büyük bir ibâdeti terk veya iptâl eylememektir. 

2. Şartların Ayrı Ayrı Tetkiki: 
a) Cemâat: 
Şevkanî'nin İbn Hacer'den nakline göre bu mevzuda onbeş mezheb yani farklı ictihad vardır. Şart koşulan cemâatin sayısı bir kişiden seksen kişiye ve sınırsız, kalabalık bir cemâate kadar uzanmaktadır. İmam Muhammed ve Ebû Yusuf'a göre imamdan başka en az iki kişi gereklidir. 
Hâfız İbn Hacer muayyen bir sayı ile takyid etmeden "kalabalık bir cemâat" görüşünü tercih etmiştir. 
Şevkânî de "iki kişi" görüşünü tercih eylemiştir. Bu görüşün delili şudur: Cuma için cemâat hadîs ve icmâ ile şarttır; muayyen bir sayıdan bahsedilmemiştir, diğer namazlarda cemâatin en az miktarı iki olduğuna göre burada da iki kişi cemâattır.23 

b) Şehir: 
İlk cuma ile ilgili hadisler cumanın köylerde de kılınabileceğini göstermektedir.24 Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı bu mevzudaki bir izin talebine 6.2.1933 tarihinde şu cevabı vermiştir: 
"Cuma namazı farz ve bunun farziyeti Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile sâbittir. Bütün mezheb imamlarınca da kat'î olan cihet, onun farz ve şeriat-i İslâmiyye'den olmasıdır. Cuma'nın sıhhat-i edâsı için serdedilen şerait-i sâirenin edillesi kat'i olmadığından onlar müctehidler arasında muhtelefûn fihtir. Mısır (şehir) ve izn-i hâkim gibi şartların vücud ve adem-i vücudu, farz olan cumanın cevâzına haiz-i tesir değildir. Binâenaleyh ufak bir köyde bile bu farzı edâ edecek cemâat bulunur ve müsâade için müracaat vukûbulursa onlara izin verilmesi iktizâ edeceği..."25 
c) Bir Merkezde Birden Fazla Yerde Cuma: 
Cumanın bir merkezde yalnız bir camide kılınmasının şart olduğu daha ziyâde Şâfiî ve Hanbelilerce ileri sürülmektedir. Bunlar da zarûret bulunduğu, meselâ bir cami bütün cemâati almadığı takdirde cumanın birden fazla camide kılınabileceğini ifâde etmişlerdir. Cemâate göre caminin vüs'ati düşünülürken fiilen cumaya gelen cemâat değil, mükellef olan cemâatin gözönüne alınacağı da unutulmamalıdır. Bu takdirde hemen bütün şehirlerde birden fazla camide cumanın sahih olacağı ortaya çıkmaktadır. 
Hânefî mezhebinde müctehidlerin bu mevzûudaki ictihadları şöyledir: Ebû Hanife'ye göre bir şehirde yalnız bir cuma kılınır. 
Ebû Yûsuf'a göre şehrin ortasından nehir geçer ve şehir ikiye bölünmüş bulunursa veya şehir büyük olursa iki yerde kılınabilir. 
İmam Muhammed'e göre kayıtsız şartsız birden fazla camide cuma namazı kılınabilir. Bu görüş Ebû Hânife'den de nakledilmiştir. 
İbn-Hümâm bu görüşleri naklettikten sonra şu satırları kaydetmiştir: "...İşte bu sebeble Serahsî şöyle demiştir; Ebû Hânife mezhebinde muteber olan ictihad cumanın bir şehirde birkaç yerde kılınabileceğidir. Biz de bu görüşü tercih ediyoruz. Çünkü "cuma ancak şehirde kılınır" ifadesi, "şehirde bir yerde" diye kayıtlanmamıştır. Cami şehirde olunca her cami şehirdedir. Bilhassa şehir büyük olunca bütün cemâati bir camide toplamakta büyük güçlük vardır."26 
d) Devlet Başkanının Bulunması ve İzni: 
Bazı müctehidler devlet başkanının bulunmasını, namazı onun veya temsilcisinin yahut da izin verdiği kimsenin kıldırmasını şart koşmuşlardır. Şart koşanların ileri sürdüğü deliller tetkik edilince bunların nassa dayanmadığı, sadece fitne ve kargaşalığı önlemek gâyesine bağlı bulunduğu görülmektedir. 
"İyi, kötü bir imamı olduğu halde cumayı terkedeni Allah dağıtsın, toparlamasın..." meâlindeki hadis hem zayıf bulunmuştur, (Haşiyetu's-sindî, 1/335; Mecma'u'z-zevâid, 1/70) hem de hadîste böyle bir mânâ yoktur. Hadîse göre imamın bulunmaması yalnızca cumayı terketmeye mâzeret olabilir. 
Cuma namazında imamlık şerefli bir vazife olduğundan devlet başkanı veya onun temsilcisi var ise bu şerefin ona ait olduğu kabul edilmiş. Hz. Peygamber (sav) ve halifelerinin bu namazı -diğerleri gibi- bizzat kıldırdıkları da gözönüne alınmıştır. 
Bunlar bulunmadığı zaman herkesin bu namazı kıldırmak isteyeceği, idareye muhâlif olanların minberi kendi emelleri istikametinde kullanabilecekleri, bunun da kargaşalık ve kavgaya müncer olabileceği gözönüne alınarak "kime izin verilirse cumayı o kıldırır" denmiştir. 
Fakat bu sözler devlet başkanı yahut da izni bulunmazsa cumanın sahih olamayacağını ifade etmez. Bu mevzûuda bazı mütâlâaları nakletmekte fayda vardır: 

İbn-Hümâm (Ebû Ca'fer'den naklen): "Haklı bir sebebe dayanmadan veya zarar vermek için sultan cumaya izin vermese de cuma kılınabilir."27 
"Elinde menşûru olmadığı halde bir İslâm memleketinde idâreyi ele alan kimse vâli ve emirler gibi memleketi idare ederse otoriteyi temin edeceği ve bununla şart da gerçekleşmiş olacağı için cuma kılınır."28 
Gazzâlî: "Sultanın hazır bulunması veya izni şart değildir; fakat izin almak daha iyidir."29 

İbn Abidin: "Vâli vefat etse, yahut tehlike sebebiyle gelemese yahut da cuma kıldırmak hakkı olan kimse mevcut olmasa halk kendileri için bir hatib tâyin eder... Bu ifade "fitne (anarşi, kargaşalık, istilâ) zamanında cuma kılınmaz" diyenlerin bilgisizliğini ortaya koymaktadır."30 
İbn Kudâme: Halife veya sultanın (imam) izni şart değildir. Hz. Osman evine kapanıp asiler evi sarınca Hz. Ali cumayı kıldırmış, sonradan Hz. Osman da bunu tasvib eylemiştir. Ubeydullah b. Adi bu hususu şikâyet edip arkasında namaz kılmak zoruma gidiyor deyince Hz. Osman şunları söylemiştir: 
"Namaz insanların edâ ettiği amellerin en iyilerindendir. Onu hakkıyle kılıyorlarsa sen de onlarla beraber kıl, kötü yapıyorlarsa kötülüklerine katılma. İmam Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir: "Şam'da fitne dokuz sene sürmüş ve bu esnada cuma kılınmıştır."31 

D. Hutbe: 
Hutbe cumanın sıhhat şartlarından birisidir. Ancak cuma içinde hutbenin mümtaz ve önemli bir yeri vardır. Bu sebeple ayrı bir başlık altında Hz. Peygamber'in (sav) hutbede takib ettiği yolu, bazı hutbelerini, hutbenin şartlarını ve âdâbını arzetmeyi uygun bulduk. 

1. Hz. Peygamber'in (sav) Hutbede Takib Ettiği Yol: 
Hz. Peygamber (sav) hutbe irâd ederken çok defa heyecanlı bir tavır takınır, gözleri kızarır, sesi yükselir ve bir orduyu uyarırmışcasına sert bir edâ ile "sabah akşam başınıza geliverecek; -üç parmağını birleştirerek- ben kıyâmete şu kadar yakın olarak gönderildim" derdi. "Emmâ ba'dü" dedikten sonra "Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır, yolun en hayırlısı Muhammed'in yoludur, işlerin en fenâsı uydurulup dine katılanlardır, her bid'at sapıklıktır" derdi. Yine "Ben her mü'mine kendisinden daha yakınımdır; kim vefat eder de geride bir mal bırakırsa bu âilesine aittir; her kim de geride borç ve bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa bu bana aittir, benim borcumdur" buyururdu. Hutbesine Allah'a hamd-ü senâ ve şehâdet ile başlar ve yukardakilere benzer sözler söylerdi. Hutbeyi kısa yapar, namazı uzatır, Allah'ı çok anar ve kelimesi az, mânâsı geniş sözleri seçip söylerdi. "Kişinin hutbesinin kısa, namazının uzun olması, özlü anlayışının bir işâretidir" buyururdu. 
Hutbede ashâbına İslâm'ın esaslarını öğretir, gerektiğinde onlara bazı şeyler emreder, bazılarını da yapmayın derdi. Nitekim hutbe okurken camiye giren adama iki rek'at namaz kılmasını emretmiş, halkın omuzlarına basarak ilerleyen birini de "böyle yapma, otur" demiştir. 
Bir sual sorulduğunda veya başka bir sebeble hutbesini keser, soruya cevap verir, sonra hutbesine devam eder, tamamlardı. Gerektiğinde minberden iner; sonra çıkıp hutbesine devam ederdi. Nitekim Hz.Hasan ve Hüseyin için inmiş, onları alıp tekrar minbere çıkmış ve hutbesini tamamlamıştır. Hutbede icabında "ey filân gel, otur; ey filân namaz kıl!" diye seslenir, gerekeni emrederdi. İçlerinde ihtiyaç sahibi birini görürse halkı yardıma çağırır, teşvik eder, Allah'ı andıkça şehâdet parmağıyla işâret eder, ellerini kaldırıp yağmur duâsı yapardı. 
Cuma günü -gerektiğinde- biraz bekler, cemâat toplanınca mescide girer, cemâate selâm verir, minbere çıkınca kıbleye dönüp duâ etmez, yüzünü halka çevirip otururdu. Bilâl ezana başlardı. Bitirince Hz. Peygamber (sav) hemen kalkar ve hutbesini irâd ederdi. 
Minber yapılmadan önce savaşta bir yay'a, cumada da bir değneğe dayanarak hitâbederdi. Minber yapıldıktan sonra bunları da terketmiş ve hiçbir zaman eline kılıç alarak hutbe okumamıştır. 
Minber yapılmadan önce mescide konan bir hurma kütüğüne yaslanarak hitâbede bulunurdu. Minber yapılınca bu kütüğü terketmiş ve kütükten çıkan iniltiyi mescidde bulunanlar işitmiştir. Minberi üç basamaklı idi. Mescidin batısına konmuştu. Minber ile batı duvarı arasında bir koyun geçecek kadar mesafe vardı. 
Cumadan başka günlerde Hz.Peygamber (sav) minbere çıkıp oturunca yahut da cuma günü ayakta hutbe irâd ederken sahâbe ona doğru dönük vaziyette otururlardı. Kendileri ayakta birinci hutbeyi yapar, sonra kısa bir müddet oturur, sonra kalkar ve ikinci hutbeyi yaparlardı. 
Hutbe bitince Bilâl (ra) kamet getirirdi. Daha önce de cemâatin Rasûlullah'a (sav) yaklaşmalarını, sükût içinde hutbeyi dinlemelerini söylerdi.32 
İbn Hişâmi'nin nakline göre Rasûlullah'ın (sav) ilk hutbesi şöyledir: 
"Hamd-ü senâdan sonra: Ey İnsanlar! Kendiniz için hazırlık yapın. Şüphesiz biliyorsunuz ki her biriniz ummadığı bir anda ölecek, sürüsünü çobansız bırakacak, sonra da Rabbı -arada tercüman ve perdeci (kapıcı) olmaksızın- ona şöyle diyecektir: Sana elçim gelip dini tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verip ihsanda bulunmadım mı? Sen kendin için buraya ne hazırladın? Kul sağına soluna bakar, hiçbir şey göremez. Sonra önüne bakar cehennemi görür. Kim, yarım hurma ile de olsa bu ateşten kendini koruma gücüne sahipse hayır işlesin. Bunu da bulamayan güzel söz söylesin. Çünkü bu sebeple bir hayır 10'dan 700'e kadar katlanarak mükâfatlandırılır. Allah'ın selâm, rahmet ve berekâtı üzerinize olsun!33 
Yina aynı kaynağa göre ikinci hutbeleri de şöyledir: 
Hamd-ü senâdan sonra:34 
"Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır. Allah'ın, gönlünü onunla (Kur'ân ile) süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu kimse; Allah'ın kitabını diğer beşerî sözlere tercih eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir. O, sözün en güzel ve en üstünüdür. Allah'ın sevdiğini seviniz; Allah'ı bütün gönlünüzle seviniz. Allah'ın kitâbından ve Allah'ı anmaktan usanmayınız; gönüllerinize bundan bıkkınlık gelmesin; çünkü bu, Allah'ın bütün yarattıklarından seçilip süzülmüştür, Allah ona "seçtiği amel", bu ibâdeti yapanlara "seçtiği kul" ve sözler arasında "en iyi söz" adını vermiştir. İnsanlara verilenler arasında haram ve helâl de vardır. Allah'a kulluk edin ve O'na ortak koşmayın. O'na tam mânâsıyla saygı gösterin (takvâ). Ağzınızla söylediklerinizin iyi olanlarında Allah'a sadâkat edin, ilâhi ruh ile aranızda sevişin; birbirinizi sevin, Allah kendisine verilen sözün bozulmasına gazabeder. Allah'ın selâmı üzerinize olsun."35 

2. Hutbe'nin Unsur ve Şartları: 
Gerek cuma hakkındaki hadîsler ve gerekse bundan önceki bahiste gördüğünüz Hz. Peygamber'in (sav) fi'lini (tatbikatını) gözönüne alan müctehidler ve mezheb âlimleri hutbenin esâsını ve çatısını teşkil eden unsurlar (hükümler) ile sahih bir hutbede riâyeti gereken hususları (şartlar) tesbit etmişler, ayrıca hutbenin sünnetleri ve âdabı üzerinde de durmuşlardır: 

Rükünleri: 
Hanefîlere Göre: 
Hanefîlere göre hutbenin rüknü mutlak mânâda Allah'ı zikirdir. Sadece "elhamdülillâh", "sübhânellâh", "Lâ ilâhe illallâh" demekle bu rükün tamam olur; fakat hutbenin bundan ibâret olması tenzihen mekrûhtur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre zikrin uzunca olması gerekir. 

Şâfiîlere Göre: 
Bu mezhebe göre hutbenin beş rüknü vardır: 
a) Her iki hutbede Allah'a hamdeylemek. 
b) Her iki hutbede Hz. Peygamber'e (sav) salâvat okumak. 
c) İki hutbede de tâkvayı tavsiye etmek. 
d) Hutbelerden birinde bir âyet okumak, 
e) İkinci hutbede mü'minlere duâ etmek. 

Mâlikîlere Göre: 
Hutbenin bir rüknü vardır o da mü'minlere müjdeli veya sakındırıcı bir dinî söz söylemektir. 

Hanbelîlere Göre: 
Hutbenin rüknü dörttür, bunlar da duâ hariç Şâfiî mezhebinde olduğu gibidir. 

3. Sıhhatinin Şartları: 
Hutbenin sahih ve muteber olabilmesi için; Hânefîlere göre altı şartı vardır: 
a) Namazdan önce olması, 
b) Hutbe niyeti ile yapılması, 
c) Cuma vakti içinde olması, 
d) En az bir kişinin dinlemesi, 
e) Bu bir kişinin, kendisiyle cuma sahih olan kimselerden bulunması, 
f) Hutbe ile namazın arasına başka bir işin sokulmaması. 
Şâfilere göre hutbenin onbeş şartı vardır: 
a) Namazdan önce olması, 
b) Vakit içinde olması, 
c) Herhangi bir sebeple hutbeyi bırakıp başka birşey ile meşgul olunmaması, 
d) Arapça olması (rükün kısmı), 
e) İki hutbenin ve ikinci hutbe ile namazın peşipeşine olması, 
f) Hatibin temiz ve abdestli olması, 
g) Örtülmesi gerekli yerlerin örtülü bulunması, 
h) Ayakta olması, 
ı) İki hutbe arasında biraz oturması, 
aa) Mazeret sebebiyle hutbeyi oturarak yapmışsa iki hutbe arasında susması, 
bb) Mecburen ayakta ise ve oturamıyorsa kezâ iki hutbe arasında susması, 
i) Kırk kişinin duyacağı kadar seslenmesi, 
j) Kırk kişinin dinlemesi, 
k) Her iki hutbenin, cuma sahih olan yerde yapılması, 
l) Hatibin erkek olması, 
m) İmamlığının sahih bulunması, 
n) İmamın farz ve sünneti birbirinden ayırması ve hiç değilse farzı sünnet bilmemesi. 
Hanbelilere göre dokuz şartı vardır: 
a) Vakit içinde olması, 
b) Hatibin cuma ile mükellef bulunması, 
c) Hutbenin kısımlarının peşipeşine yapılması 
d) Arapça olması, 
e) Sesli olması, 
f) Mescidin içinde olması, 
g) Arapların "hutbe" dediklerine uygun olması 
h) En az oniki kişinin huzurunda olması, 
j) Ayakta irâd edilmesi. Bunun sünnet olduğu da söylenmiştir.36 
Buraya kadar sayıp dökülen hususlar dışında kalıp Hz. Peygamber (sav) ve ashâbından intikal eden davranışlar hutbenin sünnet ve adâbı içinde yer almaktadır. Bunlara ait bazı mülâhazaları arzediyoruz: 
1. Hatibin hutbeye çıkınca cemâate selâm vermesi Evzâî ve Ahmed b. Hanbel'e göre sünnettir.37 
2. Hutbenin kısa, namazın uzun olması. Hz. Peygamber (sav) tarafından teşvik edilmiş bir sünnettir. "Tıvâl-ı mufassal38 denilen sûrelerin birisinden daha uzun olursa mekrûhtur" diye takdiri bir ölçüden de bahsedilmiştir.39 
3. Hutbede Hulefâ-i Râşidin ve Hz. Peygamber'in (sav) iki amcasının anılması iyi karşılanmış bir âdettir. Emevîler, hutbede Hz. Ali ve bazı sahâbeye sövüp sayarlardı Ömer b. Abdilaziz bu çirkin âdeti kaldırarak mezkûr sahâbeyi duâ ve rıdvan ile andı.40 
4. Müslümanlara duâ edilir. Ancak devlet başkanına duâ mevzûunda görüş ayrılıkları vardır. Bununla beraber haddi aşmamak, dalkavukluk yapmamak, lâyık olmadığı vasıfları söylememek şartıyla duâ etmenin uygun olacağı, onun iyiliğinin, idaresindeki müslümanların da iyiliği olacağı ifade edilmiştir. Nitekim Ebû Musâ Kûfe Emiri iken hutbede Hz. Peygamber'e (sav) selât-ü selâmdan sonra Hz. Ömer ve Ebû Bekir'e duâ ederdi. Durum Hz. Ömer'e şikâyet edilince hoş karşılamadığı husus sadece Hz. Ebû Bekir'i önce zikretmemesi olmuştur.41 
5. Hutbede anlaşılmayan kelimeler, müstehcen sözler söylenmez; açık, seçik ve geniş mânâlı sâde sözler söylenir. Hutbe hitâbet makamı olduğu için teğanni yapılmaz yani duâlar, tesbihler, âyetler ve diğer ifâdeler mûsikî ve makam ile okunmaz; hitâbet üslûbu ile okunur.42 

E. Cuma Namazının Miktarı: 
İslâm dünyasında bugün cuma namazı kılmak üzere camiye giden müslümanların iki rek'attan onaltı rek'ata kadar namaz kıldıkları görülmektedir. Bazı memleketlerde cuma namazından sonra cemâat hâlinde öğle namazının iâde edildiğine rastlanmaktadır. Hz. Peygamber (sav) devrinden itibaren kılınmakta olan bir namazın aslında kaç rek'at olduğunun meçhul bulunmaması gerekir; nitekim meçhul de değildir. Burada cuma namazının farz ve sünnetlerinin kaç rek'at olduğunu tetkik edecek, sonra da "zuhr-i âhir" adıyla kılınan bir namazın mâhiyetini ele alacağız. 

1. Cumanın Farzından Önceki Namaz: 
Cumanın farzından önce iki namaz üzerinde durulmuştur: Tahiyyetü'l-mescid ve cumanın sünneti. 

a) Tahiyyetü'l-mescid: 
Hadîsler bölümünde zikredilen 19 numaralı hadîs ile diğer rivâyetlere dayanan Hasenu'l-Basrî, Mekhûl, Şâfiî, İshak, Ebû Sevr gibi müctehidlere göre hatib hutbe irâd ederken dahi mescide gelen kimsenin kısaca iki rek'ât namaz kılması sünnettir. 
Ebû Hanife, Mâlik, Sevrî gibi müctehidlere göre ise bu esnâda namaz kılmak mekrûhtur. Bu müctehidler de Hz. Peygamber'in (sav), hutbede iken gelen birisine "otur, geciktin ve cemâati rahatsız ettin" demesine istinad ediyorlar.43 
Müctehid Şevkânî iki tarafın delillerini tetkik ettikten sonra bu iki rek'at namazın (tahiyyetu'l-mescid) hatib hutbede iken dahi kılınmasının sünnet olduğu görüşünü tercih etmiştir.44 
b) Cumanın İlk Sünneti: 
Cuma namazının farzından önce ve tahiyyatü'l-mescidden başka, sünnet olarak kılınacak bir namazın bulunup bulunmadığı mevzûunda ihtilâf vardır. Hanefîlere, mâlikilere ve şâfiîlere göre cumadan önce namaz vardır; ancak bunun zevâlden sonra kılınması gerekir. İbn Kayyim başta olmak üzere bazı âlimlere göre cumanın farzından önce namaz yoktur; çünkü Hz. Peygamber (sav) mescide gelince doğru minbere çıkar ve ezânı dinler, hutbeye başlardı; farzdan önce böyle bir namaz kıldığı vâki değildir.45 
Cumadan önce namaz vardır diyenler bu mevzuda rivâyet edilmiş bazı hadîslere istinad etmişlerdir.46 Ancak bunlardan bazıları, bu arada Hanefîler, bu namazı dört rek'at olarak kabul ederken diğerleri, "dört rek'at rivâyeti sağlam değildir, sâdece namaz kılmak teşvik edilmiştir; dolayısıyla imkân bulunduğu kadar kılınır" demişlerdir.47 Delilleri bakımından bu son görüş daha kuvvetli görülmektedir. 

2. Cumanın Farzı: 
Cumanın farzı iki rek'at olup cemâatle kılınır; bu mevzûuda ihtilâf yoktur. 

3. Cumanın Son Sünneti: 
Hz. Peygamber'in (sav), cumanın farzından sonra kaç rek'at namaz kıldığı ve kaç rek'at namaz kılınmasını istediği mevzûunda çeşitli rivâyetler vardır ve bu rivâyetlerde geçen rek'at sayısı iki, dört ve altıdır. Hanbelîler bu rivâyetlerin hepsini değerlendirmiş ve "iki, dört veya altı kılınabilir; hiç kılınmasa da olur" demişlerdir.48 
Hanefî mezhebinde Ebû Hânife dört, Ebû Yûsuf ve Muhammed ise altı rek'atı tercih etmişlerdir.49 Bu altı rek'atın dördü bir selâmda, ikisi bir selâmda kılınır. 
İmam Şâfiî iki selâmda dört rek'atı tercih etmiştir. 
Bazı muhakkık âlimler de bu mevzûudaki çeşitli rivâyetleri tetkik ettikten sonra şu neticeye varmışlardır: Camide kılınırsa dört rek'at, evde kılınırsa iki rek'at.50 
Netice: 
Hadîslere ve İslâm âlimlerinin tetkiklerine göre: 
1. Cumadan önce camiye gelen kimsenin iki rek'at tahiyyetü'l-mescid kılması, zamanı varsa bir miktar da nâfile namaz kılması sünnettir. İkincisini evinde de kılabilir. 
2. Cumanın farzı iki rek'attır. 
3. Cumadan sonra camide kılınacaksa dört, evde kılınacaksa iki rek'at namaz kılmak sünnettir. 
4. Müctehidlerin ekseriyetine göre sünnet namazları evde kılmak daha iyidir. 

F. Zuhr-i Âhir: 
Bundan önceki bölümde cuma namazının sünnet ve farzının kaç rek'at olduğunu tesbit etmiştik. Bunlardan başka, cumanın son sünnetinden sonra bazı kimselerin zuhr-i âhir adıyla dört, vaktin sünneti adıyla da iki rek'at daha namaz kıldıkları görülmektedir. Yukarda anlatılanlar dışında vaktin sünneti diye bir namaz yoktur. 
Zuhr-i âhire (son öğle namazı) gelince: 
Bundan maksat, cuma kılınmış olduğu halde -şayet sahih olmamış ise- mükelleflere farz olan ve cuma sahih olmadığı için üzerlerinden düşmemiş kabul edilen o günkü öğle namazıdır. "Şayet cuma sahih olmamış ise" ifâdesi cumanın sıhhatinin şartları üzerinde müctehidlerin ihtilâf etmiş olmalarına dayanmaktadır. 
Şartlarındaki ihtilâf dolayısıyla cumanın sahih olmaması ihtimâline dayanarak zuhr-i âhiri kılmanın hükmü nedir? Yani bu namazı kılmak farz mı, sünnet mi, mekrûh mu, bid'at veya memnû mudur? Bu mevzûudaki görüşleri iki grupta toplamak mümkündür: 

1. Kılınmasına Taraftar Olanlar: 
Bunlar da kılınmasında birleşmekle beraber farz mı, sünnet mi, ihtiyat mı olduğu konusunda farklı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Hemen hepsinin hareket noktası bir şehir veya büyük köyde, birden fazla camide cumanın sahih olmaması ihtimâlidir. Cumanın sıhhatinin şartlarını tetkik ederken bu ihtilâfı ele almıştık. 
a) İmam Şâfiî "bir şehirde iki veya daha fazla yerde cuma kılınmış ise önce kılanların cuması sahihtir. Sonra kılanların cuması olmamıştır (bâtıl) ve öğleyi yeniden kılmaları farzdır" demiştir. Şâfiî'ye göre hangisinin önce kıldığı belli değilse, hepsinin öğleyi yeniden kılmaları gerekir.51 
İmam Şâfiî'den sonra gelen ve ona tâbi bulunan Şâfiî müctehid ve fakihleri yukarıdaki hükmün, ihtiyaç olmadığı halde cumanın birden fazla camide kılınmış olmasına ait bulunduğunu; şayet caminin mükelleflere göre küçük olması gibi bir mazeret varsa birden fazla camide kılınabileceğini, böyle olunca da öğle namazını kılmanın farz olmayacağını, ancak sünnet olabileceğini ifade etmişlerdir.52 
Hanbelilerin görüşü de şafiîlerinki gibidir.53 
Bu iki mezhebin tatbikatında cuma namazı, ihtiyaç olmadığı halde birden fazla camide kılınmışsa ilk kılınandan sonrakiler bâtıl sayılmakta -şüphe halinde hepsi bâtıl sayılmakta- ve öğle namazı yeniden kılınmaktadır. 
Eğer cuma namazı ihtiyaca binâen birden fazla camide kılınmış ise bu takdirde bâtıl sayılmamakta, ancak ihtiyaten öğle namazının kılınması tavsiye edilmektedir. Bugün hemen her şehir ve büyük köyün -cumayı kılsın kılmasın- namaz ile mükellef bulunanlarını bir cami almayacağına göre kılınan cumalar şâfiîlere göre de sahihtir ve öğleyi kılmak farz değildir. 
b) Hanefîlerden bazılarına göre birden fazla camide veya köyde kılınan cumanın sıhhatinde şüphe bulunduğu için ihiyâten, cumadan sonra, herkesin kendi başına şu niyetle bir namaz kılması iyi olur: "Vaktine yetiştiğim halde henüz edâ etmediğim veya henüz üzerimden düşmeyen son farzı yahut son öğleyi kılmaya niyet ettim." İşte bu namaz zuhr-i âhir denilen namazdır, dört rek'attır, birinci oturuşta ettahiyat okunur, dört rek'atta da fatihaya bir sûre veya yeteri kadar âyet ilâve edilir. 
Şüphe mevcutsa bu namazı kılmak vâcib, değilse menduptur.54 
Zuhr-i âhirin kılınmasını müdâfaa edenlerin delilleri şüphe ve ihtiyattır. Aslında şâfiîler ihtiyaç sebebiyle birkaç camide kılınan cumanın sahih olduğunu kabul ediyorlar. Hanefî mezhebinden sahih ve tercihe şayan görülen mütâlâa da birkaç camide kılınan cumanın sahih olduğudur; hattâ bu mezhep ihtiyacı da şart koşmamıştır. İşte buna rağmen, mâdem ki "sahih olmaz" diye de bir görüş vardır, ve madem ki bu görüşe göre cumanın sıhhati şüphelidir, şu halde ihtiyaten öğle namazı kılınmalıdır ki borçlu kalınmasın denilmektedir. 

2. Zuhr-i Âhir Kılınmamalıdır Diyenler: 
a) Birinci gruptakiler, şüphenin ibâdeti ifsâd edeceğinden hareket ederek zuhr-i âhiri kılmak mekrûh olur diyenlerdir. Bunlara göre cuma gibi mübârek ve çok sevaplı bir ibâdeti edâ edenler, "bu namaz şu ihtilâf sebebiyle belki sahih olmamıştır" şüphesiyle son öğle namazını (zuhr-i âhiri) de kılarlarsa, cuma namazlarını ifsad ve iptâl etmiş olurlar. Ayrıca bunu gören halk, cuma namazının farz olmadığını, öğlenin farz olduğunu, yahut da bir vakitte ikisinin de farz olduğunu zanneder. İşte bu sebeple zuhr-i âhiri kılmak mekrûhtur. 
Bu görüşü İbn Nüceym (v. 970/1563) el-Bahru'r-râık'ta ileri sürmüş, Alâuddin el-Haskefî de (1088/1677) ed-Durru'l-muhtâr'da benimseyerek nakletmiştir."55 
İbn Âbidin de el-Makdisî'ye uyarak şöyle demiştir: "Eğer bu namazı kılmak böyle bir yanlış anlayış ve fesada sebep olursa açıkça kılınmamalıdır; havâs bunu evinde kılmalıdır."56 
b) İkinci grupta olan zevat bid'at esasından yürüyerek zuhr-i âhirin kılınmasını meneden ve günah sayanlardır. Şevkânî, Sünen-i Ebû Dâvûd şârihi allâme M. Şemsuddin el-Azimâbâdî, Cemâlüddin el-Kâsımî, Mustafa el-Galâyinî, Ali eş-Şebrâmellisî, M. Reşîd Riza el-Huseynî57 gibi zevatın içinde bulunduğu bu grubun delilini şöylece hülâsa etmek mümkündür: "Bâtıl olduğunu bilerek cuma namazı kılmak haramdır; cumanın sahih olduğuna inanılıyorsa öğle namazını kılmaya ihtiyaç yoktur; böyle bir namaz (zuhr-i âhir) sahâbe, tâbiûn ve müctehid imamlar devrinde kılınmamıştır; dinde olmayan bir ibâdeti âdet haline getirip ona yamamak bid'attır; bunu yapan günahkâr olur..." 

Netice: 
Buraya kadar zuhr-i âhirin lehinde ve aleyhinde olan âlimler ile delillerini arzetmiş olduk. 
Bizim kanâatimize göre de zuhr-i âhir kılınmamalıdır. Şüphe ve ihtiyat sebebiyle kılınmasını müdâfaa eden zevata karşı şunları hatırlatmakta fayda vardır: 
1. Fıkhın ibâdât, muâmelât ve ukubâta ait her bölümünde müctehidlerin sayısız ihtilâfı, ictihad ve görüş farkları vardır. Müslümanlar -şâyet bizzat ictihad edecek kadar âlim değil iseler- bu ictihadlardan birine uymakla mükelleftirler. İctihadlarına veya tâbi oldukları müctehide (mezhebe) göre yaptıkları ibâdet sahih ise artık başka bir mezhebe göre sahih olmaması onları ilgilendirmez ve ibâdetlerine zarar vermez. Üzerinde ihtilâf edilmiş binlerce meselede bir müctehide tâbi olarak ibâdet ederken sâdece cuma namazında ihtilâfı gözönüne alıp ihtiyata riâyet etmeye kalkışmak lüzumsuz bir davranıştır. 
2. Her bid'at bir sünneti öldürür.58 Bu zuhr-i âhir sebebiyle, cumanın farzından sonra kılınacak namaz arttırıldığı için halk cumanın son sünnetini de terketmeye başlamıştır. Halbuki farzdan sonra sadece iki veya dört rek'at namazın sünnet olduğu anlatılsa ve tatbikat da buna göre olsa, bu sünneti yerine getireceklerin sayısı artacaktır. 
3. İhtiyata ancak faydalı olduğu zaman riâyet edilir. Yola çıkacak adam belki yolda yiyecek bulamam diye bir oturuşta ihtiyaten üç öğünlük yemek yese, ihtiyaten doktorun tavsiyesinden fazla ilâç alınsa zararı, olur. Allah ve Rasûlü (sav) müslümanları ne ile mükellef kılmış ise onları yerine getirmek, buna birşey ilâve etmekten kaçınmak ihtiyatın tâ kendisidir. 
4. Biz bu kanaâti serdederken Allah'ın bizden istediği bir ibâdeti kaldırmak veya azaltmak değil, müslümanları sünnet hudûdu içinde tutmak, cemâati arttırmak ve manevî değeri çok üstün olan cuma ibâdetini korumak istiyoruz. 

IV. Tarihimizde Cuma: 
İslâm ve Müslüman Türklerin tarihinde dinî bayram günleri gibi cumanın da müstesnâ bir yeri vardır. Fetihleri veya cülûsları ta'kibeden Cuma günü hükümdar adına hutbe okunması ve para basılması saltanat ve hakimiyetin birer sembolü olarak telâkki edilmiştir. 
Osmanlılarda "cuma selâmlığı" adıyla anılan bugüne mahsus hususî bir merasim vardır. II. Abdülhamid devrine kadar at ile ve bu devirden sonra araba ile bir camiye gelen padişah, burada maiyetiyle beraber cuma namazını kılar sonra da halkın şikâyet ve arzularına muhâtab olurdu. Saraydan çıkarken, camiye girerken ve camiden çıkarken padişah alkışlanırdı. O zaman alkışlamak el çırpmak şeklinde olmayıp, alkışçıların yüksek sesle şunları söylemesinden ibaret idi: "Uğurun hayır ola, yaşın uzun ola, yolun açık ola, saltanatına mağrur olma, padişahım senden büyük Allah var." 
Osmanlılar zamanında cumanın ibâdet ve o güne riâyet için tatil günü olarak kabul edilmesi tanzimattan sonra başlamıştır. Ondan evvel cuma günleri memurların cuma namazını kılabilmeleri için dairelerin uygun yerleri mescid yapılmış ve minber konmuştur. Böyle bir yeri olmayan dairelerde çalışan memurlar da yakın camilerde cumayı edâ ederlerdi. 
1924 Tarihinde çıkarılan hafta tatili kanunu cumayı musevi, isevî, müslüman bütün vatandaşlar için tatil olarak kabul eyledi. 
1935'te çıkarılan bir kanunla da hafta tatili cumartesi günü saat 13.00'ten başlamak üzere 36 saate çıkarılmış ve cumanın tatil günü olması terkedilmiştir.59 

Netice ve Bir Temenni: 
Hıristiyanlarda pazarın, mûsevilerde cumartesinin tatil olması o güne mahsus dinî merâsim ve vecîbelerin bir neticesidir. Türkiye'de yaşayan mûsevilerin çoğu resmen tatil olmadığı halde cumartesi günü öğleden önce de iş yerlerini tatil ederler. Müslümanların da çoğu -memur iseler istirâhat ve yemekten fedâkârlık ederek- cuma namazını kılmak için camilere koşarlar. Elimizde bir istatistik netice bulunmamakla beraber diyebiliriz ki, Türkiye'de cuma günü camilerin topladığı cemâat ölçüsünde genç ve yetişkin insanları toplayabilen hâdiseler çok nâdirdir. İslâmî vecîbeler yanında millî birlik ve beraberlik, halk eğitimi, kalkınma seferberliği, salgın hastalıklar ve kötü alışkanlıklarla mücadele gibi çok önemli mevzûularda bu toplanıştan ve bu gönüllü dinleyişten, masrafsız olarak, azâmî istifadeyi sağlamak mümkündür. Ancak bunun için idareciler ile hatiplere önemli birer vazife düşmektedir. 
İdareciler, her sınıf halkın bu ibâdeti rahatça ve huzur içinde edâ edebilmeleri için cuma günü hiç değilse öğle tatilini biraz uzatacak tedbirleri almalıdırlar. 
Hatipler de Hz. Peygamber'in (sav) sünnetinden ayrılmayarak hutbeyi ölçülü tutmalı, halkı bîzâr etmemelidirler. 
Hele zuhr-i âhiri kılmadan veya imamla beraber duâ etmeden camiden çıkan müslümanı kınamanın İslâm'da yeri olmasa gerektir. 

 



1. Cum'a: 9-10 
2. Hadisleri, meşhur Altı Kitâb ile Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inin ahkâma ait hadislerini ihtivâ eden, Mecduddîn b. Teymiyye (v. 652/1254) tarafından Münteka'l-ahbâr adıyla derlenmiş ve Şevkânî (v. 1250/1832) tarafından Neylu'l-evtâr ismiyle şerhedilmiş bulunan hadis mecmuasından naklediyoruz. (2. bsk. Kahire, 1952), C. III. s. 235-301. Ayrıca her hadisin yanında asıl kaynaklarına işaret edilecektir. 
3. Şevkânî, age., s. 236. 
4. Nakî su vb.'nin birikinti yeridir. Burada da yağmur suları birikir, sular çekildikten sonra biten ottan develer istifâde edermiş. 
5. Bu üçüncü ezandan maksad bugün okunan birinci ezandır. Sondan başa doğru sayılırsa kamet birinci, hatibin önünde okunan ezan ikinci, minareden okunan ilk ezan ise üçüncü olmaktadır. Bu ezan müslümanların uzaktan yakından cumaya yetişebilmelerini temin maksadıyla okutulmuş ve sahâbenin tasvibiyle meşrûiyet kazanmıştır. 
6. Hz. Ömer'in satarak borcunu ödediği ev "dâru'l-kazâ" adıyla anılagelmiştir. 
7. Bu hadîsi müellif "İstiskâ" kitabında rivâyet etmiştir. c. IV, s. 14. 
8. Bu mevzûu için bkz. Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn (Mısır, 1936) c. I, s. 186; İbn Kayyim, Zâdu'l-meâd (Mısır, 1950) c. I, s. 100-104; Şevkânî, age., c. III, s. 255-264. 
9. (Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî'den) Şevkânî, age., c. III, s. 262. 
10. Günün tam ortasında yani zeval vaktinde namaz kılmanın hükmü üzerinde üç ictihad vardır: a) İmam Mâlik'e göre namaz kılınabilir, kerâhat vakti değildir. b) Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel'e göre kerâhat vaktidir; cuma ve diğer namazlar kılınmaz. c) İmam Şâfiî'ye göre sadece cuma namazı kılınabilir. Bkz. İbn Rüşd, Bidâyetu'l-müctehîd, c. I, s. 79 vd. İbn Kayyim, age., c. I, s. 103. 
11. Vakit girmeden önce: a) Ebû Hanife'ye göre yola çıkmak caizdir. b) Şâfiî'ye göre zevalden sonra yola çıkmak haramdır. Ancak savaş vb. gibi Allah emri olan sefer müstesnâdır. Zevâlden öncesine ait, Şâfiî'den iki ictihad nakledilmiştir: Önceki caiz olduğunu, sonraki caiz olmadığını ifade etmektedir. c) İmam Mâlik'e göre yola çıkabilirse de tan yeri ağırdıktan sonra çıkmaması evlâdır. İbn Kayyim, age., c. I, s. 102. 
12.Tafsilât için bkz. Şevkânî, age., c. III, s. 255-259; İbn Kayyim, age., c. I, s. 104-106. 
13. Bürûc, 85/1-3. 
14. Hanefîlerde tercih edilen görüşe göre birinci ezandan itibâren alışveriş haram, cumaya gitmek farzdır. İbn Abidin, Reddu'l-muhtâr, c. I, s. 606. 
15. Huccetullâhi'l-bâliğâ (Kahire, tarihsiz; Türkçe neşri İz Yayıncılık tarafından yapılmıştır) c. II, s. 474; karşılaştırınız: Ali A. el-Cürcavî, Hikmetü't-teşrî' ve felsefetüh (Kahire, 1961), c. I, s. 133-137. 
16. Hucurât: 9. 
17. Şevkânî, age., c. III, s. 236-237; Tâhir Olgun, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi (1. bs. İst. 1946), s. 46. 
18. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ (Beyrut, 1960), c. I, s. 244; İbn Hişâm, Sîretü'n-nebeviyye, (2. b. Kâhire, 1955), c. I, s. 435-494; İbn Kayyim, Zâdu'l-meâd, c. I, s. 99 ile 435-494; Şevkânî, Neylu'l-evtâr, c. III, s. 245; İslâm Ansiklopedisi, Cuma ve Hutbe maddeleri. 
(*) Bir zirâ' yaklaşık olarak 70 cm.'dir. Civar uzaklığını bir fersah ve daha fazla takdir edenler de olmuştur. Fersah üç mil, mil ise dört bin adımdır. 
19. Bu mevzûu için bkz. İbn Rüşd, Bidâyetu'l-müctehîd, c. s. 118 vd., Şevkânî, age., c. III. s. 239 vd, Sıddık Hasen Han, er-Ravzatü'n-nediyye şerhu'd-dürer li'ş-Şevkânî (Mısır, el-Münîriyye) c. I, s. 133 vd., İbn-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Kâhire, 1310) c. I, s. 408-422; Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn, c. s. 185 vd. İbn Kudâme, el-Muğnî, (Mısır, 1970) c. II, s. 588-609; heyet, el-Fıkhu ale'l-mezâhibi'l-erbaa, (Mısır, 5. b. 1950) c. I, s. 278 vd. 
20. İbn Rüşd, age., c. I, s. 125. 
21. Şah Veliyullah, Huccetullâhi'l-bâliğâ, neşr. Seyyid Sâbık c. II, s. 478. 
22. er-Ravzatü'n-nediyye, c. I, s. 134-136. 
23. Şevkânî, Neylu'l-evtâr, c. III, s. 246-248. 
24. Karşılıklı istidlaller ve münakaşa için bkz. İbn-Hümâm, age., c. I, s. 409; İbn Kudâme, age., c. II, 246; Azîmâbâdî, Avnu'l-mabûd, c. I, s. 414; Şevkânî, age., c. III, s. 248. 
25. A. Hamdi Akseki, İslâm Dini, (Ankara, 1957), s. 172. 
26. Fethu'l-Kadîr, c. I, s. 411. Diğer mezhebler için bkz. İbn Kudâme. age., c. II, 248; Gazzâlî, İhyâ, c. I, s. 186. 
27. Fethu'l-kadîr, c. I, s. 409. 
28. Fethu'l-kadîr, c. I, s. 312. 
29. İhyâu ulûmi'd-dîn, c. I, s. 184. 
30. Reddu'l-muhtâr (Mısır, 1307), c. I, s. 589. Bu eserin metin, şerh ve hâşiyesinde bazen "nasb" yani "tayin etmek" tabiri geçtiği için bazı şahıslar "bugün imamları halk tayin etmiyor, bu sebeple onların arkasında cuma kılınmaz" demişlerdir. Halbuki kitapta bu tabir terim mânâsında tayin için kullanılmamıştır; "arkasında cuma kılabilecekleri bir kimse bulduklarında, namaz kıldırması için böyle bir kimsenin arkasında içtima ettiklerinde cumayı kılarlar" denilmiştir. (s. 594). Bugün halk önlerinde böyle imamları bulduklarına göre cumayı kılmaları gerekmektedir. 
31. el-Muğnî, c. II, s. 245. 
32. İbn Kayyim, age., c. I, s. 117; Buhârî, Kitâbu'l-Cum'a, bâb: 20-36; Tabu'l-Âmira, c. I, s. 219-224; Ebû Dâvûd, ma'a Avni'l-Ma'bûd, c. I, s. 433 vd. 
33. Sîretü'n-nebeviyye, c. I, s. 501; krş. Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi (trc. M. S. Mutlu, İst. 1966) c. I, s. 114. 
34. Buradaki başlangıç, yukarda 23. hadîste geçen başlangıç gibidir. 
35. Sîretü'n-nebeviyye, c. I, s. 501, Krş. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, c. I, s. 114. 
36. Topluca şartlar ve rükünler için bkz. Heyet, el-Fıkhu ale'l-mezâhibi'l-erba'a, c. I, s. 284-288. Geniş bilgi ve münakaşalar için 12 numaralı dipnottaki kaynaklara bakınız. 
37. İbn Kudâme, age., c. II, s. 219. 
38. Kaf sûresinden Kur'ân-ı Kerîm'in sonuna kadar yer alan sûrelere "mufassal" denir. Bunların baştaki uzunları "tıvâl-ı mufassal"dır. 
39. İbn Âbidin, age., c. I, s. 597. 
40. Age., s. 598; İbn-Hâc, el-Medhal (Mısır, 1960), c. II, s. 277. 
41. Age., s. 598; İbn Kudâme, age., c. II, s. 230. 
42. Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn, c. I, s. 186; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. II, s. 229. 
43. İbn Mâce rivâyet etmiştir. İbn Kudâme, age., c. II. s. 236 
44. Neylu'l-evtâr, c. III, s. 272-275. 
45. Zâdu'l-meâd, c. I, s. 118-121. 
46. Şevkânî, age., c. III, s. 270-271. 
47. Şevkânî, age., s. 271; İbn-Hümâm, age., c. I, s. 422; İbn Kudâme, age., c. II, s. 269; Şah Veliyullah, age., s. 445-447. 
48. İbn Kudâme, el-Muğnî, c. II, s. 269-270. 
49. İbn-Hümâm, age., c. I, s. 422. 
50. İbn Kayyim, age., c. I, s. 118-122; Şevkânî, age., c. III, s. 297-299 Ebû Dâvûd, ma'a Avni'l-Ma'bud, c. I, s. 238. 
51. el-Umm, c. I, s. 171. 
52. Şirâzî, el-Muhezzeb, c. I, s. 124-125; Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn, c. I, s. 186; el-Fıkh ala'l-mezâhib, c. I, s. 292. 
53. İbn Kudâme, el-Muğnî, c. II, s 246. 
54. İbn-Hümâm age., c. I, s. 411; İbn Âbidin, Reddu'l-muhtâr, c. I, s. 595. İbn Âbidin zuhr-i âhirin kılınması lehindeki hükmü "el-kunye, ez-Zahîriyye, en-Nehr. Şerhu'l-Bakanî" gibi hanefî fıkıh kitaplarından nakletmiş ve bu nakillerinde Makdisî'nin Nûru'ş-Şem'a fî zuhri'l-Cum'a adlı risâlesine istinad eylemiştir. 
55. Bu görüşü benimseyerek nakledenler arasında M. Zihni Efendi (Nimet-i İslâm, İst. 1316, 2/534-535), ile Şam allâmesi Cemâleddin el-Kâsımî (Islâhu'l-mesâcid, Beyrut, 1390, s. 50) de vardır. Ayrıca Tahir Olgun (Mevlevî) da Müslümanlıkta İbâdet Tarihi isimli kitabında Nîmet-i İslâm'dan aynı ifadeyi nakletmiştir. (İst. 1946), s. 58. 
56. Age., c. I, s. 596. 
57. Şevkânî, age., c. III, s. 299; el-Azimâbâdî, Avnu'l-Ma'bûd, c. I, s. 415-417; el-Kâsımî, Islâhu'l-mesâcid, s. 49-51; Galayinî, el-Bid'a fî salâti'z-zuhri ba'de'l-cum'a (müstakil risâle); eş-Şebrâmellisî (aynı mevzuda müstakil risâle) R. Rızâ el-Huseynî, el-Fetâvâ (neşr, S. el-Müneccid, Beyrut, 1971-1972) c. I, s. 199-200, 301-305; c. III, s. 941; c. IV, s. 1551, 1591; c. VI, s. 2521. 
58. Bu mânâda bir hadîs için bkz. Şevkânî, Neylu'l-evtâr, c. III, s. 288. 
59. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (İst. 1946), s. 304-310.