Bu irade İstiklal Marşı'ndan kuvvet alan bir irade
Bugün, uzun yıllar yoksulluklarla, savaşlarla bitkin düşen Türk milletinin "yoktan var olma" mücadelesini anlatan, kurtuluşun simgesi İstiklal Marşı'nın kaleme alınışının 93. yıl dönümü.
Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Genel Sekreteri Mustafa Karakaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Mehmet Akif Ersoy'un, 1. Dünya Savaşı'nda her cepheden farklı düşmanların yurdu sardığında, "dik duruşuyla" milletin bir araya gelmesine ve toparlanmasına büyük katkı sunduğunu söyledi.
Karakaya, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Anadolu'da istiklal mücadelesi için çalışırken, İstanbul'da geniş kitlelere ulaşan Akif'in de halkı yüreklendirdiğini ve milli mücadeleye destek verdiğini dile getirdi.
"Su uyur düşman uyumaz"
Mehmet Akif'in yokluk ve açlıkla savaştığı zamanlarda bile hep milletini düşündüğünü dile getiren Karakaya, "Cebinde parası olmadığı, aç olduğu günlerde bile İstiklal Marşı'ndan para almadı ve milletimize armağan etti. Büyük adamlar sıkıntılı, buhranlı dönemlerde çıkıyor. Askeri ve idari olarak Mustafa Kemal'in, manevi yönden de Mehmet Akif'in ülkemizin düşman işgalinden kurtulmasında ve bugünlere gelmesinde çok büyük emeği var."
Yeni nesillerin özellikle Mehmet Akif'i anlamak ve anlatmak için büyük gayret gösterdiğini kaydeden Karakaya, günümüzde de Akif'in istiklal Marşı'nı yazdığı yıllardaki gibi bir istiklal mücadelesi yaşandığına dikkat çekti.
Karakaya, "Su uyur düşman uyumaz' diye bir atasözümüz var. Türkiye'nin kalkınmasına, başkalarına muhtaç olmamasına yönelik hem hükümetin hem milletin gayreti, çalışmaları var ancak düşmanlar da 'Türkiye her zaman bize muhtaç olsun' diye mücadelelerine devam ediyor. Günümüzdeki hadiseler de milli mücadeledeki dönemden farklı değil şahsi kanaatimce" diye konuştu.
"93 yıl sonra da aynı değeri taşıyor"
Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı Mehmet Doğan da İstiklal Marşı'nın, yazıldığı ilk günden bugüne önemini ve canlılığını hala koruduğunu belirterek, "Bizim bin yıllık bu topraklardaki varlığımızı, kimlik değerlerimizi ifade eden bu metin, 93 yıl sonra da aynı değeri taşıyor. Bu vesileyle hem milli mücadele dönemini o zor şartları hem de Mehmet Akif'i, özüyle sözü bir olan büyük bir şahsiyeti hatırlıyoruz" ifadesini kullandı.
Doğan, Türkiye'nin bugün de sıkıntılı bir dönemden geçtiğine işaret ederek, şöyle konuştu:
"Her dönemde Türkiye'nin önünü kesmek, dünya içindeki konumunu etkisiz hale getirmek isteyen birtakım girişimler oluyor. Bu girişimlerle yakın zamanda da karşı karşıyayız. Bunu aşmak için de elbette ki kuvvetli bir irademiz var. Bu irade, İstiklal Marşı'ndan bana göre kuvvet alan bir iradedir ve o irade galip gelecek, elbette ki Türkiye'nin önü açılacak."
Akif'in yokluklarla geçen yaşamı
Mehmet Akif, 20 Aralık 1873'te İstanbul'da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel Mahallesi'nde dünyaya geldi. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım, babası ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten "Ragif" adını verdi. Babası vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona "Akif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.
İlk öğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde başlayan Mehmet Akif, orta öğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi'nde başladı. Akif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca'da hep birinci oldu. Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te Mülkiye İdadisi'ne kaydoldu. 1888'de okulun yüksek kısmına devam ederken, babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması, aileyi yoksulluğa düşürdü. Mehmet Akif, Mülkiye İdadisi'ni bıraktı ve o yıllarda yeni açılan, ilk sivil veteriner yüksek okulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne kaydoldu. Mektebin baytarlık bölümünü 1893'te birincilikle bitirdi.
Okulu bitirdikten hemen sonra Ziraat Bakanlığı'nda memur olan Mehmet Akif, 1898'de Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım'la evlendi, bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, İbrahim Naim, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya geldi.
Mehmet Akif, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. İstanbul'da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nde kompozisyon, sonra Çiftçilik Makinist Mektebi'nde Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı.
2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Umur-ı Baytariye Dairesi Müdür Muavini olan Mehmet Akif, arkadaşlarıyla birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. II. Meşrutiyet'in Akif'in hayatına en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştu. 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı.
Milli mücadele yılları
Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin'le çalıştı. 2 Şubat 1913'te Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913'te Fatih Camisi kürsüsünde konuşarak halkı, vatanı savunmaya çağırdı.
Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden, sonra yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya'ya Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti.
İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken Almanlar'a esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı'ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı.
İstanbul'a döndükten sonra Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propagandasıyla mücadele etmek için 'karşı propaganda' yapmaktı. Mehmet Akif, 14 ay süren Çanakkale Savaşı'nın zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'dayken aldı.
Milletvekilliği
Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve "Çanakkale Destanı"nı kaleme aldı. Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış, Türk halkı Kurtuluş Savaşı'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Akif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.
İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Akif, görevinden oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti. Sebil'ür-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü Ankara'ya ulaştı. Milli mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı.
Ankara'ya geldiği günlerde, Mustafa Kemal Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Akif'in Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur'dan, Temmuz ayında ise Biga'dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Akif, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böylece 1920-1923 yıllarında mebus olarak 1. TBMM'de yer aldı.
Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920'nin Kasım ayında Kastamonu'daki Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır'da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Akif, Burdur milletvekili olarak Meclis'teki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara'ya ilerleyişi karşısında Meclis'i Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Akif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi, teklifi tartışılıp kabul edildi.
İstiklal Marşı'nı kaleme alması
Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine ulusal marş yarışmasına katılmaya karar verdi. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddetti. Daha sonra ikna edilen Mehmet Akif'in orduya ithaf ettiği İstiklal Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye'de yayımlandı.
Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921'de ulusal marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar'ül Mesai vakfına bağışladı.
İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Akif, 1923 yılında Ankara'dan İstanbul'a döndü. Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine kışı geçirmek için Mısır'a gitti. 1926 kışından sonra Mısır'dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti.
Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra Antakya'ya gitti fakat Mısır'a hasta olarak döndü. 17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul'da, hayatını kaybetti.
Eserleri
Mehmet Akif, şiir yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. İlk şiiri Kur'an'a Hitap başlığıyla yayımlandı. Hikayelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, "Çanakkale Şehitleri'ne" başlıklı şiiridir.
İkinci büyük destanını Bursa'nın işgali üzerine "Bülbül" adlı şiiriyle yazdı. İstiklal Marşı'nı kaleme alarak İstiklal Savaşı'nı destanlaştıran Mehmet Akif'in şiirleri "Safahat" adı altında 7 kitapta bir araya getirildi. İstiklal Marşı'nı Safahat'a koymayan Mehmet Akif, sebebini ise "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm" sözleriyle açıkladı.