Bir kader gerçekliğindeyiz
Ali Haydar Haksal, modern Türk öyküsünün kendi evrenini inşa edebilmiş usta yazarlarından biri. Yalnızca öykü değil birçok türle yazı dünyasının uzun yıllardır içinde olan Haksal, bu yıl öykü ekseninde iki yeni esere daha imza attı
Şöyle başlayalım; sanatçının artık yaşlı bir adam olarak dünyayı gördüğü yerdesiniz. Geçen zaman içinde hem sanat ortamlarına hem de öyküye ilişkin bakışınızda değişiklik oldu mu?
Yaşlılık mı dediniz? Evet, yaş olarak artık altmışını devirmiş biriyim, doğru haklısınız. Fakat sanat genç bir ruh ile inşa edilir. Geçmişte bu konuyla ilgili bir deneme yazmıştım. Genç ruhtan doğan eserler de genç dururlar ve asla yaşlanmazlar. Büyük sanat eserlerine bakıldığında bu açıkça görülür. Bu anlamda kendimi hiçbir zaman yaşlılık sınırında görmedim. Otuz yıl önce yazılmış ve yayımlanmış olan bir öykümü bugün dışarıdan bir okur olarak okuyabiliyorsam sorun yok. Her eserimi bu ruh hâliyle yazarım. Bundan kaçınmam da. Bu yaşlarda yazdıklarımın da onlardan geri kalmaması gerekiyor ki öyledirler de.
Kendimi yazı hayatımda hep amatör olarak gördüm. Arayışlar içindeyim sürekli. Mümkün olduğunca ortalamanın altına düşmemeye çalıştım. Sürekli beslendim, yani durmadan okudum. Portreler çizdim ve anlattım, minimal öyküler yazdım, genelde durumlarda yoğunlaştım. Kahramanlarımın yerine kendimi koydum. Gençleri okudum, dünyalarını anlamaya çalıştım. Yaşlılarla birlikte oldum, onları anlamaya çalıştım. Her yaştan insan olmayı denedim. Gerektiğinde anlatılarımda bayanların ben merkezine girdim ve anlattım. Bunda da başarılı olduğumu düşünüyorum. Yukarıdaki sorunuza benden çok, eleştiri ya da inceleme yapanlar açılarsa sanırım daha yerinde olur.
Genel olarak karakterleriniz kendilerini bu dünyaya ait hissetmiyorlar. Karakterleriniz mi bu dünyaya uymuyor yoksa dünya mı karakterlerinize?
Bir özgün sanatçının dünyası bu dünya ile örtüşmez hiçbir zaman. O her zaman aykırıdır. Belki de uç bir yerde duruyor. Zaten bu gibi şeyleri yazıyor olması bunu göstermiyor mu? Hangi büyük sanatçımız ortalama bir yerde duruyor ki. Aslında sanatçılar toplumun sözcüleridirler. Onlar yerine yaşarlar, düşünürler, farklı alanlarda gezinirler ve bunları eserlerine yansıtırlar. O zaman da okur okuduğu bir öykü veya romandaki karakterle özdeşleşir şöyle bir tepki verir. 'Aaa burada beni anlatmış. Ben size kendi hayatımı anlatmadım. Bunu nereden bildiniz?' diyebilir. Başarılı olan eser gerçekliğini bulan eserdir, okurda karşılığını bulan eserdir. Karakterlerimiz bizim içimizde çoğalanlardır.
KURGULARIN İÇİNE SIĞMIYORUM
Öykülerinizde çoğunlukla kurgulanmış bir olayın anlatımından ziyade düşünsel bir serüven göze çarpıyor. Öykü anlayışınızdaki bu 'net'lik için neler söylersiniz?
İnsanın hayatında bir plan vardır. Fakat planlar ile gerçeklerimiz pek örtüşmüyor. İnsanın doğasına aykırı. Dünyaya gelişimizi ve gidişimizi biz tayin etmiyoruz. Bir kader gerçekliğindeyiz. Her eserin de bir kaderi var. Bir eserin planını çizen bir mimarın tasarımı var. Bu, eser inşa olurken yüzde yüz ona uyulmayabilir. Hayatımızda ve kaderimizde biz belirleyici değiliz çoğunlukla. Bir yolculuğu niyet ederiz ve yola çıkarız. Yolda başımızı nelerin geleceğini önceden bilmeyiz. Sadece gideceğimiz yer bellidir niyetimize göre. Bazen bu niyet de gerçekleşmeyebilir. Yolculuk sürecinde elbette bakan ve görenler için yenilikler var. Çağrışımlar sizi alır götürür. Evet, haklısınız ben kurguların içine sığmıyorum. Bunun içindir ki kendimi sınırlamıyorum. Başımı alıp gidiyorum. Öykülerim de böyledir.
Detaylar ve ayrıntılar sizin anlatımınızda önemli bir yer tutuyor. Ancak bu tasvire dayalı bir detaycılık değil. Eskimeyen 'öykü mü, hikâye mi?' sorusunun sizdeki cevabı üslubunuza etki ediyor mu?
Öykü, anlatıdır. Anlatıda tasvirler yani doğa veya yer betimlemeleri belli bir zaman sonra sıkabilir. Betimleme elbette vardır, yeri zamanı gelince olur. Ama pastoral anlamdaki betimlemelerden uzak dururum. İnsanın iç dünyası çok derindir, bu derinlik benim için daha çekicidir. Her insan bir dünyadır, her karakter bir dünyadır. Her biri ayrı bir derinliğe ve zenginliğe sahip. Pastoral betimlemelerde de anlatıcının dünyasına yansıyan tarafı veririm. Benim gözümde ağaçtan düşen bir yaprağın rengi, titreyişi salınarak düşüşü bana neyi çağrıştırıyor. O an düşen, titreyen dalından kopan benim. Bunu anlatmayı başarırsam bir anlamı olur. Ben öykü yazıyorum ve anlatıyorum. Anlatıcısı olarak ben varım, kurgusu, anlatısı, kahramanı olan metinlerdir bunlar.
KENDİMİ ÖYKÜDEN BAŞKASINA VERMEDİM
Birçok yazınsal türde ürünler verdiniz. Bu durum öykünüze zarar vermekten çok besliyor gibi… Neler söylersiniz?
Haklısınız. Sadece eser vermekle kalmadım. Hayatımda da değişik alanlarda bulunma gibi bir durumum oldu. Aktif siyasa ile ilgilendim uzun zaman. Daha uzun zaman ticarettin içinde yer aldım. Ticarette de siyasada da insanı daha iyi tanıdım ve gözlemledim. İronik öykülerime bu gözle bakılabilir. İnsanların hinlikleri, dürüstlükleri, samimilikleri, hesaplılıkları, cinlikleri, tutku ve ideallerini burada daha iyi gözlemleyebiliyorsunuz. Bu, bir şans benim için. Ben ne siyasa ne de ticaret içinde yittim ve tükendim. Kendimi hiç birine kaptırmadım. Daha da önemlisi yukarıda da izah ettiğim gibi amatör ruhu hiç bırakmadım. Çok okudum, okuyorum, beslenmeden olmuyor. Almadan vermek Allah'a mahsus…
Yazmış olduğunuz öyküler doğrultusunda kendinizi ait hissettiğiniz bir zaman veya isim/ler var mı?
Başkalarından beslenmedik veya etkilenmedik desek doğru olmaz. Bu, insan doğasına aykırı. Çok okumakta olduğumu ifade ettim yukarıda. Bu güneş altında olup etkilenmemek olmaz. Elbette borçlu olduklarımız var. Düşüncede, oluşta Necip Fazıl'dan, Sezai Karakoç'tan, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören daha açık ifadeyle Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler'den beslendim. Yol göstericilerim oldu. Bunlar ana kaynaklarımdır. Orada yazanların hepsine borçluyum. Bizim kuşakta olanlar da buna dahildir. Okuma alanımı hiçbir zaman sınırlamadım. Dünya edebiyatında var olan birinci sınıf hemen hemen bütün yazarları okudum, okuyorum. Biliyorsunuz zengin bir kütüphanem var. Kıraç bir alanda değilim. Zengin bir ormanın içindeyim desem yeridir. Öykü Ağacı kitabıma bu gözle bakılabilir.
Kitabın Künyesi:
Ali Haydar Aksal
Öykü Ağacı
İz Yayınları
2013
144 sayfa