Bir duruştur Çanakkale!
Mehmetçik, 18 Mart 1915’te cihad şuuru, şehadet özlemi ve imanı ile Çanakkale’de kesin zafer elde etti. Bu zafer, tarihe “Çanakkale Deniz Zaferi” olarak geçti ve Çanakkale’nin geçilmezliği tüm dünyaya ispat edildi. Silahla iman gücünün çarpışmasına sahne olan Çanakkale'de emperyalistlerin sömürgecilik hayalleri denize döküldü.
Çanakkale’de 18 Mart 1915’te elde edilen deniz zaferi, tarihte bir dönüm noktası oldu ve Çanakkale’nin geçilmezliğini kanıtladı. Birinci Dünya Savaşı’ndaki pek çok cephe ve muharebe alanları arasında, tarafları en çok etkileyen, bugün de dünya tarih literatüründe en çok anılan cephe olan Çanakkale’de, dünya denizlerine çıktığından bu yana hiç yenilmeyen, bu özelliğiyle de “yenilmez armada” olarak tarihe geçen İngiliz donanması ağır bir yenil giye uğratıldı.
İngiltere, Fransa, İtalya’nın sömürge ülkelerinden getirdiği milletlerin çocuklarını savaşa sürmesinin yanı sıra kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ilk kez kullanılmasıyla da özel bir öneme sahip Çanakkale’de dünya muharebesi yaşandı. İtilaf devletleri, 12’si İngiliz, 4’ü Fransız olmak üzere 16 muharebe gemisi, 6 muharip, 14 mayın arama tarama ve 1 uçak gemisinden oluşan donanmasıyla 19 Şubat 1915 sabahı, ‘Müstahkem Mevki Methal Grubu Bataryaları’na bombardıman başlattı.
Methal Grubu’nda Ertuğrul, Seddülbahir, Kumkale, Orhaniye bataryaları ile Erenköy civarında yerleştirilmiş bir kısım seyyar obüs bataryası, Merkez Grubu’nda ise Anadolu ve Rumeli bataryaları bulunuyordu. Hava şartlarının olumsuzluğu nedeniyle ikinci bombardıman 25 Şubat’ta yapıldı. 26 Şubat-17 Mart arasında ise itilaf devletleri donanması ileri teknoloji sistemleriyle mayın arama taraması gerçekleştirdi. Ancak 17-18 Mart gecesi Binbaşı Nazmi Bey ve Yüzbaşı Hakkı Bey’in komutasındaki Nusrat Mayın Gemisi, Erenköy koyuna ve Boğaz’a mayın döşedi.
TARİHİN AKIŞI DEĞİŞTİ
18 Mart günü Çanakkale boğazını geçmek için bir kez daha harekete geçen itilaf devletleri donanmasına yönelik saat 11.15’te ilk atışlarla büyük bir taarruz başlatıldı. Önemli gemilerin ilk taarruzda yara almasının ardından savrulan İngiliz ve Fransız donanması, güneye yöneldi. Erenköy mevkiine gelen gemiler, bu kez de Nusrat Mayın Gemisi’nin döşediği 26 adet mayınla karşı karşıya kaldı. Mayınlara çarpan gemilerin batması ve yan yatmasıyla tarihin akışı değişti. Ayrıca Rumeli kıyılarında Seyit Onbaşı’nın attığı 275 kilogramlık top mermisinin de itilaf devletlerinin geldikleri gibi gitmelerinde büyük yeri oldu. Saat 18.00’e kadar süren şiddetli çatışmalar sonunda, itilaf devletleri donanmasının üç muharebe gemisi Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları batarken 2 muharebe gemisi ile 1 muharebe kruvazörü de yara aldı. Olağanüstü anların yaşandığı savaşta Osmanlı Devleti kesin zafer elde etti.
“YAŞI KÜÇÜK OLDUĞU HALDE KİLOSU 45 ÇEKEN ÇOCUKLAR BİLE HARBE ALINDI”
Birinci Dünya Savaşı’nın bir sömürgecilik harbi olduğunu söyleyen KTO Karatay Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Caner Arabacı, “Birinci Dünya Harbi bizim harbimiz değil, Avrupa’nın bir iç harbidir. Emperyalist bir harptir. Vatanı, milleti savunma, ırzı ve namusu savunma, devleti savunma gibi asil gerekçelerle çıkmış bir harp değildir. Adeta kemik harbidir. Avrupalıların dünyayı paylaşırken ‘Sen daha fazla sömürge elde ettin. Ben de sömürge elde edeceğim’ tarzında bir dünyaya hükmetme bloklaşmasıdır. Bu harpte, bizim olmamamız gerekirdi ama girmek zorunda bırakıldık. Böyle olunca, sonuçta harp, bizim üstümüze döndü. Savaş, bizim için ölüm-kalım mücadelesine dönüştü. Birinci Dünya Savaşı ölüm kalım savaşına dönüşünce, elde olan bütün güçlerin seferber edilmesi gerekti. Cihad Fetvası ilan edildi. Osmanlı Devleti’nin üç milyona yakın askeri vardı. Fakat bu askeri güç, yeterli olmadı. Yaşı küçük olduğu halde kilosu 45 çeken çocuklar bile harbe alındı” ifadelerine yer verdi.
“ÇANAKKALE ASLINDA İSLAM MEDENİYETİNE SALDIRIYDI”
İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’yi hedef almasının nedenlerini anlatan Mehmet Toker ise, “Çünkü İstanbul'a, Hılâfetin merkezine, İslam dünyasının kalbine giden yol, Çanakkale'den geçiyordu. Müslümanların temsilcisi Halife İstanbul'daydı. Osmanlı, varlığıyla, bünyesinde bulundurduğu hilafet sancağı ile emperyalistlerin tüm oyunlarını bozuyor, onların hayal ettiği Haçlı İmparatorluğu'nun karşısında en büyük güç olarak duruyordu. Haçlı birliğini Çanakkale'ye getiren yolun taşları altı yıl önceden döşenmeye başlamıştı. 33 yıl boyunca İmparatorluğu bir bütün olarak ayakta tutan ve dünya Müslümanlarını hilafet sancağı altında toplayan II.Abdülhamit Han, içerideki işbirlikçi hainlerin marifeti ile tahttan indiriliyor, akabinde Bulgaristan bağımsızlığını ilan ediyor ve Balkan savaşlarında Batı yakasının Müslüman Halkları parçalanıyor, büyük kopmalar kayıplar yaşanıyordu. 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan veliaht prensinin öldürülmesi ile başlayan ve 1. Dünya savaşı diye adlandırılan, 3 Kasım 1914'te Osmanlı ya da sıçrayan bu savaş, tek dişi kalmış canavarın yeryüzünü adaletle, huzurla, imarını, idaresini temin eden İslam medeniyetine saldırısıydı” diye konuştu.
“KARŞILARINDA, ALLAH'A İMANI ÇELİKTEN DAHA SAĞLAM BİR MEHMETÇİK BULDULAR”
Mehmet Toker şöyle devam etti: Ne hayal ettiler? Sürekli güç ve toprak kaybeden, içerdeki hain ve işbirlikçilerin, dışarıdaki düşmanların saldırısı karşısında zayıflayan koca dev(let)i tek hamlede yutacaklarını hayal ettiler. Çanakkale boğazını birkaç günde geçip İstanbul Boğazı'nda Dolmabahçe'de bardak kadehlerini olmayan şereflerine kaldıracakları şarap kadehleri ile zafer kutlayacaklarını hayal ettiler. Osmanlı'nın kolayca parçalanıp dağıtılacağını, Hint okyanusuna kadar uzanan İslam coğrafyasında taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadan kolayca ilerleyeceklerini hayal ettiler. 1453'ün öcünü alıp Ayasofya'yı yeniden kiliseye çevireceklerini hayal ettiler. Niçin hedefte İstanbul vardı? Çünkü Fransız General Napolyon yaklaşık yüzyıl önce diyordu ki: "İstanbul bir anahtardır. İstanbul'a sahip olan dünyaya sahip olur!" ve 1901 yılında Adam Smith: "Dünyaya sahip olmak istiyorsanız, dünyanın merkezine sahip olmalısınız. Sahip olamıyorsanız da kendi haline bırakmamalı, daima kontrol altında tutmalısınız. Dünyanın merkezi yazılı tarihleri bilinen, insanlık tarihinin en eski ve çok uluslu, çok kültürlü medeniyetlerini barındırmış olan İstanbul, Anadolu ve Mezopotamya'dır ..!" diyordu. İşte hilafetin merkezi, Osmanlı'nın kalbi, dünya siyasetinin anahtarı ve dünyanın merkezi konumundaki İstanbul ve Anadolu coğrafyası onlar için elde edilmesi gereken bir mücevherdi. Neye güvendiler? "Yenilmez Armada" diye isimlendirdikleri, o günün en gelişmiş savaş makinalarını barındıran, en güçlü ateşli silahlarını barındıran gemilerine, toplarına, teyyarelerine güvendiler. Taa Yeni Zelanda'dan Avusturulya'dan, Hindistan'dan, Kanada'dan toparladıkları sayıca çok daha kalabalık olan askerlerine güvendiler. Arkalarındaki para babalarına, siyonist bankerlere güvendiler. Ne buldular? Allah'a imanı, çelikten daha daha sağlam bir Mehmetçik buldular. Yüreğindeki vatan aşkı, en ateşli silahlardan daha kızgın, daha yakıcı, vatan evlatlarını buldular. Kan, kemik ve etin, çeliği erittiğini, demiri büktüğünü, barutu söndürdüğünü gördüler” şeklinde anlattı.
EMİNE ÇOLAK / YENİ HABER GAZETESİ