Araplar, Türk dizilerini neden böylesine seviyorlar?

Türk dizileri, Arap dünyasında hâlâ geniş kitleler tarafından çılgınlar gibi takip ediliyor. Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç bu konuda ilginç bir yazı kaleme aldı. İşte Kılınç'ın o yazısı...

Araplar, Türk dizilerini neden böylesine seviyorlar?

Mısır Yüksek Fetva Konseyi (Dâru’l-İftâ), geçtiğimiz günlerde yayımladığı bir ‘fetva’ ile, Türk dizilerinin izlenmemesi gerektiğini duyurdu. Açıklamada, Türkiye’nin diziler yoluyla bölgesel hegemonya peşinde koştuğu vurgulanarak, bu amaca hizmet edilmemesi noktasında Arap kamuoyu uyarıldı. Adeta siyasî bir manifesto gibi kaleme alınan ‘fetva’ metninde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltmeye çalıştığı, dizileri bu amacı için kullandığı” iddia edildi. Dinî herhangi bir referansın yer almadığı duyuruda, Türk dizilerine şiddeti ve cinayeti yaygınlaştırmak, İslâm fıkhını eleştirmek ve yermek, insanları tarihî gerçekler konusunda yanıltmak gibi suçlamalar yöneltildi.

Dinî alanın tamamen devletin kontrolünde ve ordunun güdümünde bulunduğu Mısır’daki söz konusu ‘fetva’, Arap halkları tarafından ilgiyle takip edilen ve milyonlarca izleyiciye ulaşan Türk dizilerine dair alınan tedbirler silsilesinin son örneği oldu. Muhammed Mursî’nin devrilmesine Türkiye’nin açıkça karşı çıkmasından sonra, resmî ağızdan ilk kez Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin dile getirdiği “Türk dizileri izlenmesin” fikri, 2018’de Arap dünyasının en büyük özel televizyon kanalı -Suudi sermayeli- MBC tarafından fiiliyata geçirilmişti: Önce Türk dizilerini yayından kaldıran MBC, geçtiğimiz yıl da “Ateş Krallıkları” (Memâliku’n-Nâr) adlı bir diziyle, Osmanlı İmparatorluğu’nu karalamaya çalışmıştı. Tunus’ta çekilen ve 17 Kasım-9 Aralık 2019 tarihleri arasında yayınlanan dizi, Yavuz Sultan Selim döneminde Mısır’ın Osmanlılar tarafından fethini anlatıyor, bunu yaparken de Osmanlı’yı “işgalci”, “zalim” ve “zorba” bir devlet olarak tasvir ediyordu. Dizinin Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edilmesi de, elbette sürpriz değildi.

(Arap dünyasında “Türkiye etkisi”nin kırılması için başlatılan devlet hamleleri bağlamında, Suudi Arabistan’daki ders kitaplarının yeniden düzenlendiği ve Osmanlı İmparatorluğu’nun “işgal gücü” olarak tanımlandığıyla ilgili yazım, 28 Ağustos 2019 Çarşamba günü yine bu köşede yayımlanmıştı.)

Devletlerin getirdiği resmî yasaklara ve yayımlanan sözde fetvalara rağmen, Türk dizileri, Arap dünyasında hâlâ geniş kitleler tarafından çılgınlar gibi takip ediliyor. İnternetin sağladığı imkânlar sayesinde, bu dizileri tamamen yasaklayabilmek de mümkün değil zaten. MBC olmasa da, Youtube var.

Peki, Araplar, Türk dizilerinde ne buluyor da böylesine seviyorlar? Aslında bu soruya tek bir cevap vermek oldukça zor. Çünkü çok çeşitli diziler, çok çeşitli içerikler, çok çeşitli izleyicilerle buluşuyor. Genel manzarayı göz önüne aldığımızda, Türk dizilerinin revaç bulmasında, başlıca şu nedenlerden söz edilebilir: Her şeyden önce, dizilerin çekiminde ve sunumunda -Arap dünyasındaki benzerleriyle kıyaslanamayacak derecede- çok ciddi bir kalite var. Buna, dizilerin çekildiği tarihî ve doğal mekânların güzelliğiyle, oyuncuların izleyicilere fiziksel anlamda çekici gelmesini de eklemek gerekir tabi. İstanbul’u ziyaret etmeyi planlayan Arap turistlere sunulan paket turizm programlarında “meşhur dizinin çekildiği köşk”, “falanca dizide gördüğünüz köy”, “filanca artistin yaşadığı yer” gibi başlıklar eklenmesi de bu nedenle. Kendim de bizzat şahit oldum: Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmed vs. gibi mekânlardan önce, Boğaz’da film setine dönüştürülmüş yalılara koşan Arap çok. Dizilere rağbeti arttıran iki diğer unsur da aksiyon ve nefsânî unsurlar olarak sıralanabilir. “Hem Müslüman hem Batılı” imajımızın dizilere yansımış hali, Arapların hem dikkatini hem de iştahını kabartıyor. Türkiye’ye akın etmelerinde de bu nokta önemli: Bilhassa İstanbul sevapla günahın aynı anda ve özgürce işlenebildiği bir şehir, Arapların gözünde.

Arap hükümetlerinin ve devletlerinin halklarını yönlendirme noktasındaki adımları, bugün sınırlı bir düzeyde kalacaktır. İstedikleri tesiri meydana getiremediklerinin, onlar da farkında. Ancak uzun vadede, bugünkü yıkıcı ve parçalayıcı politikaların, Müslüman dünyadaki kardeşliği ciddi biçimde örseleyecek etkiler meydana getireceğinden endişelenebiliriz. Devletlerinin negatif propagandasına sürekli maruz kalarak büyüyen bugünün Arap çocukları, on yıllar sonra, acaba müşterek tarihimize ve Osmanlı İmparatorluğu’na hangi zaviyeden bakacak? Bu sorunun cevabı, maalesef önemli riskler barındırıyor.

Ne yapmak gerekir? Yapılacak şey, oldukça basit ve yalın: Her alanda hiç durmadan üreterek, diktatör yönetimlerin korktuklarını başlarına getirmek. Onların korkularına, tabir-i câizse, lâyık olmak.