"Aile" kriz içerisinde!
Aile kavramını “insanı insan yapan en önemli kurum” olarak açıklayan Prof. Dr. Saffet Köse, günümüzde bu kavramın bir kriz içerisinde olduğunu vurguladı. Aile yapısına dayalı değerlerin neredeyse tamamının aşındırıldığını belirten Köse, bu konuda devlet ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışması gerektiğini aktardı.
Aile kavramının öneminden bahseden İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse, konuyu birçok farklı yönden ele aldı. Aile kavramının bir kriz içerisinde olduğunu vurgulayan Saffet Köse, aile meselesinin beka meselesi olduğunun da altını çizdi. Aile kavramı için devlet ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışması gerektiğini ifade eden Köse, gazetemize özel açıklamalarda bulundu.
‘İNSANI İNSAN YAPAN KURUM’
Aileyi tanımlayan Köse, “Aileyi formel olarak tanımlama yerine tasvir etmenin daha anlaşılabilir bir yol olacağını düşünerek şunu söylemek isterim. İnsana özgü bir durum ve sosyolojik bir kurum olarak aile, işlevselliği bakımından neslin sağlıklı şekilde üremesini, insanın ve insanlık değerlerinin korunmasını sağlayan bir özelliğe sahiptir. Ailenin olmayışı insanları diğer canlılarla aynı seviyeye düşürür. Bu çerçevede aile, insanı insan yapan ve insanlık değerlerini koruyan yegâne kurumdur dersek abartmış olmayız. Zira aile insanın kişisel, toplumsal ve ahlaki gelişiminin ilk basamağını teşkil eder ve sağlıklı ailenin sonucu sağlıklı toplumdur. Duygusal anlamda sevgi, saygı, adalet, merhamet hoşgörü ve dayanışmanın merkezinde yer alır. Koşulsuz sevgi denilince akla ilk aile gelir. Pek çok ailede kardeşler arası iletişim ve ilişkinin sosyal çevre açısından belirleyici olduğunu görürüz. Diğer bir deyişle sağlam aile bağları psikolojik sağlığın ve sosyal rollerde başarının esas belirleyicisidir. Bugün bireysel anlamda mutsuzluğun ve sosyal anlamda pek çok sorunun temelinde modernleşme ile yozlaşan aile ilişkilerinin yattığı görülür.” şeklinde konuştu.
‘AİLE MESELESİ, BEKA MESELESİDİR’
Ailenin önemini vurgulayan Köse, “Aile meselesi, beka meselesidir diyebiliriz. Beka dediğimiz şey, toplumsal sürekliliğin sağlanması şeklinde yorumlandığında akla gelen ilk kavram kültürdür. Kültür ise geçmişten gelen değerlerin bütünleşmesidir. Aile kurumu da kültürün aktarılması ve değerlerin yaşatılması için ilk ve temel adımdır. Dini ve ahlaki anlamda da iyiliğin temelinde aile vardır. Esasen dinin yaşanışında bile kültürün ve ailenin etkisi son derece önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de ve yine doğal olarak ahlak kitaplarında insanın en zayıf kaldığı ve disipline edilmesinde zorlandığı ancak kontrol altına alınmadığında da ferdî ve toplumsal çöküşü hazırlayan güçlerden birisi olan şehvet dürtüsünü düzenleyen kurumdur. Öte yandan aile ve devlet birbiri üzerinden tanımlanan ve birisi diğerinin varlık sebebi olacak kadar birbirine bağlı iki temel kurumdur. Aile kendi içinde küçük bir devlet, devlet o milletin büyük ailesidir. Yapı ve işleyiş bakımından birbirine çok benzerler. Aynı zamanda aile, devlet kurumunun yapı taşlarıdır. O sebeple aileyi ayakta tutmak devleti, devleti ayakta tutmak aileyi ayakta tutmak anlamına gelir. Bir ailenin yıkılması o devleti oluşturan temelden bir yapı taşının çekilmesi demektir.” ifadelerine yer verdi.
‘AİLE HEDEF ALINDI’
Aile kavramının hedef alındığını dile getiren Köse, “Maalesef küresel çeteler bugün özelikle aileyi hedef almışlar, modern iletişim araçlarıyla da insanları etkilemeyi başarmışlardır. Bugün cinsiyetsiz insan, sapkın ilişkilere meşruiyet kazandırma, kadınlık-erkeklik normlarını tersyüz etme, nikahsız cinsel hayata ve ailesiz topluma kapı aralama çabası çok paydaşlı olarak sürdürülmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsiyet disforisi (memnuniyetsizliği) gibi kavramların arkasına gizlenmek yoluyla aile yapısı bozulmak istenmektedir. Kişileri ve toplumları bu gayretlerle istedikleri gibi yönetmeyi, onlara hükmedebilmeyi ve kaynaklarını sömürmeyi hedeflemektedirler. Sorun sadece bizim toplumumuza özgü değildir ve aile ile toplumu korumak aslında insanlığı korumak anlamına gelmektedir." şeklinde konuştu.
‘AİLE KRİZ İÇİNDE’
Günümüzde ailenin kriz içerisinde olduğunu vurgulayan Köse, “Dünyada aile bir kriz içindedir. Bu krizin temelinde ise modernleşme ve onun sonrasında süregelen değerler erozyonu yer almaktadır. Modernleşme yapısı gereği gelenekselin ve kültürel değerlerin karşısına konumlanmış, bu sayede ortaya çıkan küreselleşme ya da benim deyimimle sınırsızlaşma, geleneksel aile yapısına dayalı değerlerin neredeyse tamamını aşındırmıştır. Aile içi dayanışma, sevgi, saygı, merhamet gibi değerler yerini bencillik, bireyselcilik ve sanal özgürlük yanılsamasına bırakmıştır. Dünya için tüm bu hususlar geçerli olsa da bundan en az etkilenen toplumların başında bizim aile yapımızın geldiğini de belirtmek isterim. Ama bizde de ciddi sorunların giderek yaygınlaştığını üzülerek müşahede ediyoruz. Dini, ahlaki, ekonomik, psikolojik, kültürel ve sosyal faktörleri bu sorunların oluşmasında etkili. Bence ferdi ve toplumsal anlamda birlikte yaşama önünde engel oluşturacak bariyerleri güçlendiren zihniyet esas mücadele edilmesi gereken konuların başında geliyor. Bu bariyerleri biraz açmak isterim. En başta karı-koca, kardeşlik, dostluk, komşuluk ilişkilerinde ortaya çıkan bariyerler aileyi de etkiliyor. İnsanlar öncelikle bencil, konforu konusunda esirgeyici, diğergamlıktan uzak, kendine yeter bir maddi imkân, hakperest bir yaklaşım içinde! Modernitenin dayattığı bir zihniyetten söz ediyoruz. Oysa bu zihniyetin önerdikleri çerçevede kalıcı ilişkiler kurmak neredeyse imkansız. Böyle bir ortamda sadece çıkar ilişkisi var olabilir, o da geçicidir. Halbuki birliktelikler, sevgi, saygı, fedakarlık, diğergamlık, gönül zenginliği, hakşinaslık, kanaat üzerinden kalıcılık gösterebilir. Schopenhauer, “evlendiğinde hakların yarıya inecek, vazifelerin iki katına çıkacak” sözü ile aslında aileyi yaşatan temel dinamiğin sorumluluk bilinci olduğuna dikkat çekmektedir.” dedi.
‘MODERN İŞ HAYATI EVDEN KOPARDI’
Köse, açıklamasını şu şekilde sürdürdü; “Bunun yanında modern iş hayatı kadını-erkeği ve çocukları evden koparmış durumda. Buna teknoloji de eklenince iletişim ve ilişkiler aracılı hale geldi ve yüz yüz iletişim ile oluşan muhabbet bağı da güçsüzleşti. Aslında çocuklar yaratılışları gereği doğduğu andan itibaren anne-baba sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyarlar. Çocukları hayata hazırlayan en değerli sermaye bu ilgi ve sevgidir. Ama sabah olunca anne-baba işe, çocuklar ana okulu ve kreşlere gidiyorlar. Akşam eve geldiklerinde de yeterli şekilde birlikte kaliteli zaman geçirme imkanını pek bulamıyorlar. Eksik kalınan noktalarda teknoloji imdada yetişiyor! Oysa anne-babanın hiç değilse akşamları çocukları ile kaliteli zaman geçirmeleri, ilgilerini ve sevgilerini göstermeleri gerekir. Tüm aile üyelerinin bir teknolojik aygıt başına geçmeleri, çocukları da fenomenlere emanet etmeleri ileride daha büyük sorunların habercisi gibi görünüyor. Özellikle doğumundan itibaren yeterli aile ilgisi ve anne-baba sevgisinden mahrum kalmış olan çocukların yetişkinliklerinde büyük ölçüde kalıcı ve sürekli bir ilişki içinde olamayacakları bilimsel olarak ispat edilmiştir. Bu gerçeklik dikkate alındığında evlenenlerin yetiştiği aile ortamı çok önemlidir. Hz. Peygamberin ‘çöplükte biten kırmızı gülden sakının’ hadisi sevgisiz ve kötü ortamda yetişmiş güzel kız ve yakışıklı oğlan ile evliliğin mutluluk vermeyeceği şeklinde yorumlanabilir. O sebeple her şey annelik-babalık ile başladığını vurgulamak isterim.”
‘ÇOK YÖNLÜ ANALİZLERE İHTİYAÇ VAR’
Aile içi ilişkilerden bahseden Köse, “Aile içi kırılganlıklar, eşler arasındaki iletişimsizlik ve ilgisizlik, aile büyüklerinin genç evlilere müdahalesinin yeni evlilerce yönetilememesi, sabırsızlık, rol karmaşası, eğitimin getirdiği eş tercihindeki seçicilik, eşyaya yüklenen anlam ve bunun getirdiği gereksiz masraflar, zenginlerin zenginliği fakirlerin fakirliği yönetmedeki becerisizlikleri ailenin oluşumunu ve kalıcılığını etkileyen önemli faktörler arasında sayılabilir. Ailenin ayakta kalabilmesi için çok yönlü analizlere ihtiyaç var. Bunun çok sayıda bileşeni fazla etkeni olduğunu ifade etmek lazım.” diye aktardı.
‘SOSYAL MEDYANIN FARKLI AÇILARDAN ETKİSİ VAR’
Sosyal medyanın aileye olan etkilerinden bahseden Köse, şu açıklamalara yer verdi; “Sosyal medya, aile dinamiklerini birçok açıdan farklı şekillerde etkiliyor. Esasen araç olarak kullanılması gereken bu mecralar, bireyleri esir almış, yarattığı özgürlük yanılsaması bireyleri şekillendirir hale gelmiştir. En başta ifade etmek lazım ki kontrolsüz ve bilinçsiz şekilde kullanılan sosyal medya genelde çocuklar üzerinden tartışılsa da ebeveynlerin bu ortamlara aşırı bağlandıklarını, bunun da her geçen gün arttığını gözlüyoruz. Başta sadakat duygusu olmak üzere aile bağlarını zayıflatıcı etkilere neden olabiliyor. Televizyonlarda yayınlanan ve toplumun neredeyse tamamı tarafından eleştirilen ama bir o kadar da yüksek izlenme oranlarına sahip olan yapımlara baktığınızda sosyal medyanın yozlaştırıcı etkisini acı biçimde görürsünüz. Neredeyse üç hikayeden ikisinin odağında sosyal medya paylaşım ya da mesajları var.
Başlangıçta da söylediğim üzere bu mecralar ya da ortamlar aslında araçtır ve sağladığı imkân ile uzakta olan aile fertleri ile görüntülü iletişim, fotoğraf ve anı paylaşımını, mesaj alış-verişini sağlama işlevi ile değerlendirilmelidir. Aile fertlerinin ilgi alanına giren konularda istenen içeriklere ulaşmayı sağlayabilir. Bilgi edinme ve farklı bakış açıları geliştirmeye katkı sağlayabilir, başkalarının tecrübelerinden yararlanma imkanı oluşturabilir. Ancak sosyal medya mecralarında geçirilen zamanın aileden çalındığı düşünüldüğünde etkinin çok katmanlı bir tabiata sahip olduğu görülüyor. Yine aile mahremiyetine duyarlılık üzerinden olumsuz etkide bulunduğu gözlemleniyor. Hazlara dönük yönünün baskın gelmesi, tercihlerin başkasına göre belirlenmesi ve popüler hayatın cazibesine kapılıp onun girdabına düşme riski de cabası. Psikolojik baskı endişesi, kişisel bilgilerin ortalığa saçılması ve pornografi gibi sorunların da üzerinde durulması gerekir. Diğer taraftan bu mecralara artan ilgi neticesinde eşler kendilerini ikinci plana atılmış hissetmeleri muhabbet ortamının yerine ikame sanal ilişkileri getiriyor.”
‘ZENGİNLİĞİN GETİRDİĞİ DOYUMSUZLUK, FAKİRLİĞİN GETİRDİĞİ MAHRUMİYET’
Ekonomik açıdan aileyi değerlendiren Köse, “Ekonomik sorunların iki boyutunun olduğunu söyleyebilirim; Bunlardan ilki, zenginliğin getirdiği doyumsuzluk, ikincisi de fakirliğin getirdiği mahrumiyettir. Fakirlik ve zenginlik yönetilemediği takdirde aileyi tehdit eden sorun olarak öne çıkar. Mesela zengin aileler, çocuklarında her istediğini veriyorlar. Onların hiçbir eksiğini bırakmıyor, her şeyde son model, en pahalı ve en iyiyi onların hizmetine sunma yönünde bir tutum ve davranış gösteriyorlar. Küçük yaşlarda teknik ve teknolojiye erişim ile gelen bu tatmin edilemez talepler, ilerleyen zamanda son model otomobil, dayalı döşeli villa, yat, kat gibi lükslerin temel ihtiyaç halini alması ile sınırsız bir şekle evriliyor. Mücadele gücünden, yeni adımlar atma motivasyonundan ve sorumluluk alma tutumundan uzak gençlerin kurduğu aile tatminsiz beraberlik haline geliyor. Bu durum da aile yapısının kopması kurumun dağılması ile sona eriyor. Dolayısıyla birlikte yazılması gereken hikâye başkalarının oluşturduğu senaryo yüzünden yarım kalıyor. Kendinize ait bir hikayeniz yoksa sizi bir arada tutacak tutkaldan mahrumsunuz demektir.” sözlerine yer verdi.
‘İLİŞKİNİN NASIL KURULDUĞUNA BAĞLIDIR’
Köse, ekonomik boyutun aileye olan etkisini şu sözlerle sürdürdü; “Keza zenginliğin getirdiği diğer bir sorun aile büyüklerinin zenginliğinden evlendirdikleri çocuklarını malını mezara götürecekmiş gibi mahrum bırakması! Bu da çocukları anne-babadan koparan başka bir sebep olarak ortaya çıkabiliyor. Ekonomik açıdan dezavantajlı olanların kendi koşulları nispetinde planlama yapmaları ve o şekilde yaşamaları gerekli olandır. Şunu belirtmek lazım yukardakileri izleyerek onlar gibi olma arzusu mutsuzluk doğurur. Sürekli bir hırs ve doyumsuzluk algısı oluşturur ve ailenin çözülmesine giden bir soruna neden olur. Bazı şeyleri zamana bırakmak ve kendilerinden daha zor durumda olanlara bakarak adımlarını ona göre atmak en uygun yoldur. Dolayısıyla ekonomik imkan ya da imkansızlıkların aileye olan etkisi onunla ilişkinin nasıl kurulduğuna bağlı bir husustur.”
‘SORUMLULUK ALINMASI GELECEK İÇİN ZORUNLULUKTUR’
Aile kurumunu korunması için devlete ve sivil toplum kuruluşlarına düşen görevlerden bahseden Köse, “Bu noktaya kadar altını çizdiğim üzere aile kurumunun korunması, toplumsal istikrar ve geleceğin sağlıklı bir şekilde inşa edilmesi her kişinin ve kurumun sorumluluğudur. Elbette tüm kurumların başında büyük aile dediğimiz devlet var. İkinci soruda sorduğunuz çerçevede yani bu meseleyi beka sorunu olarak abartılı olmaz. Devletin ve sivil toplumun aile konusunda sorumluluk alması gelecek için zorunluluktur. Devlet en başta aileyi korumak zorundadır ve buna yönelik politikaları geliştirmelidir. Bu bağlamda evliliğin değeri, aile içi iletişim becerileri, kadın-erkek arasındaki eşdeğerlilik, karşılıklı saygı ve sevgi gibi değerler eğitim içeriklerinde yer almalı, eğitim sisteminin merkezinde aile olmalıdır. İlk olarak paylaşımcı ve diğergam bir eğitim modeli oluşturulmalı, aile bilinci konusunda kamouyunu aydınlatacak, farkındalık oluşturacak aktif, dinamik kampanyalar yürütülmelidir. Yine ekonomik sorunların aile üzerinde olumsuz etkileri hesaba katılmalı, ailelere ekonomik destek sağlamalıdır. Evlilik öncesi eşlere ahlak, iletişim, sağlık, aile hayatı gibi konularda eğitimler verilmeli, rehberlik edilmeli; evlilik okullarına gitmek teşvik edilmelidir.” sözlerine yer verdi.
DEVLET VE SİVİL TOPLUM BİRLİKTE ÇALIŞMALIDIR
Aile kurma ve aile yapısını güçlendirme ile değerlerin korunması konusunda devlet ve sivil toplum kuruluşların birlikte çalışması gerektiğini hatırlatan Köse, “Geleneksel ve yeni medya kullanımı ve içerikleri denetlenebilir hale gelmeli, aile içi iletişim üzerinde medyanın etkisini minimize edecek politikalar geliştirilmelidir. İletişimi güçlendirmek ve dijital bağımlılığı önlemek kampanyalar düzenlenmeli, özellikle çocukların reel sosyal ortamlarda zaman geçirmesi özendirilmelidir. Sosyal medya ve teknoloji kullanımına yönelik farkındalık kampanyaları organize edilmelidir. Kesinlikle ve ivedilikle çocuklar için zararlı içerikleri engelleyici filtreleme yaklaşımı hayata geçirilmelidir. Yükseköğretimde yaşın arttığı ya da ileri yaşlarda öğrenme ikanı bulanların üniversiteye daha çok yöneldiği düşünüldüğüne üniversite öğrenimi sırasında evlenmek isteyenlere burs-kredi imkanlarının sağlanması düşünülmelidir.
Yeni yapılan öğrenci köylerinde onların kalabilecekleri uygun daireler tasarlanmalıdır. Sivil toplum örgütleri de evlenmek isteyenlere Mehir Vakfı gibi ekonomik, sosyal ve psikolojik destek imkanlar hazırlayabilirler. Bu yönde çalışan STK’ların sayısı arttırılabilir ve devlet bu kurumları özel olarak destekleyebilir. Aile kurma ve aile yapısını güçlendirme ile değerlerin korunması konusunda devlet ve sivil toplum birlikte çalışmalıdır. Boşanmaların önüne geçmek için de bazı adımların atılmasına ihtiyaç var. En başta evlenmeyi zihinsel meşrulaştırıcı yaklaşımlardan uzak durmak şart. Evlenirken “olmazsa ayrılırsın” ya da “evlenmek kadar boşanmak da doğal” biçimindeki öğütlerin dolaşımdan çıkmasını zaruri görüyorum. Yine boşanma öncesi eşlerin psikolojik ve manevi danışmanlık hizmetlerine tabi tutulmasının, bunun da Batılı formlar yerine bizim değerlerimiz ile desteklenmesi gerektiğinin altını çizmek itiyorum.” diye aktardı.
‘MASRAFTAN VE TALEPTEN KAÇINILMALI’
Ailelere öneride bulunan Köse, “Önce anne-babalardan başlayalım. Evlenmek isteyen çocuklarına engel çıkarmamalılar ve gereksiz masraflardan ve taleplerden kaçınmalılar. Hz. Peygamber ‘evliliğin en makbulü masrafı en az olandır’ buyurur. Anne-babalar çocukları ile küçüklüğünden itibaren ilgilenmişler ve onları istikamet üzere yetiştirmişler ise kendi meşru tercihleri ile baş başa bırakmaları da gerekir. Her şeye müdahale etmeleri, gereksiz istekleri, çocukların kendi tercih alanına giren hususlarda buna müdahale etmemeleri, gönül koymamaları, anlayışla karşılamaları gerekir. Unutmamalılar ki reşit olan çocuklar kendi eylemlerinin sorumluluğuna kendileri sahiptir. Onların sadece bir tavsiye hakları vardır. Onu da tutup tutmamak çocuklarına aittir. Çocuklarına hayır-duada bulunmalılar. Onların duası makbuldür.” ifadelerine yer verdi.
‘SAYGI VE SEVGİ İLE BAĞLANMALILAR’
Köse, konuşmasını şu şekilde sürdürdü; “Eşler de birbirlerine sevgi-saygı ile bağlanmalılar, mutluluğu sadece birbirlerinde aramalılar, birbirlerinin ne istediğini iyi bilip ona göre davranmayı becerebilmeliler ve birtakım eksiklikler varsa bunları o anda giderme imkanı yoksa zamana bırakmalılar ve sabrı ilke edinmeliler. Nezaket-zarafet ilişkilerdeki tutkaldır bunu unutmamalılar. Kırıcı davrandıklarında bir özür dilemeyi ve gönül almayı becerebilmeliler, özür hatayı onarır. Yaptıklarına teşekkür beklememeliler ama muhatabı mutlaka teşekkür etmeyi bilmeli. Çevrelerinden gelen dedikodulara kulaklarını tıkamalılar. Birbirlerine ilgi göstermeliler, büyükleriyle ilişkilerini kırmadan yönetmeyi becerebilmeliler. Çocuklar anne-babalarına saygılı olmalılar, onların tecrübesini önemsemeliler, kendilerinden talepte bulundukları hususlara uymak istemezlerse bunu kırmadan izah edebilmeliler. İlişkileri bozmamalılar.”
‘CUMHURBAŞKANIMIZIN BÜYÜK EMEKLERİ VAR’
2025 yılının, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 13 Ocak’ta Aile Yılı olarak açıklanmasının değerli bir konu olduğunun altını çizen Köse, “Aile bir toplumun beka meselesi olduğuna göre ona dikkat çekecek, bilinç oluşturacak aktiviteleri yaygınlaştıracak, bir farkındalık oluşturacak etkinlikler elbette önemlidir. Dolayısıyla sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki duyarlılığını böyle bir karar ile taçlandırması aile kurumu açısından fevkalade değerlidir, önemlidir. Kendileri aile konusundaki hassasiyetlerini sürekli dile getirmekle kalmıyor bu konuda önemli adımları da atıyorlar. Bugün aile kurumumuzun diğer ülkelere kıyasla halen iyi sayılabilecek konumda olmasında Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük emekleri var. Kendilerine millet olarak şükran borcumuzun olduğunu ifade etmek isterim. 2025 yılının Aile Yılı olmasını son derece değerli buluyorum. Bu ilanı sadece sözde bırakamamak da bizim, hepimizin görevi. Kurumların ve kuruluşların da bu konudaki hazırlıklarını hızlı bir şekilde tamamlayıp amaca uygun olarak değerlendirmeleri maksadın hasıl olması ya da aile kurumuna yönelik farkındalığın yaratılması açısından son derece önemli.”
‘MODERN ÇAĞIN SORUNU: BABA YOKSUNLUĞU’
Köse, gerçekleştirdiği “Modern Çağın Sorunu: Baba Yoksunluğu” kitabı ve konferansı hakkında şu bilgileri aktardı; “Bu çalışma ile modern dönemlerin en ciddi ile ve toplumsal sorun olarak gördüğüm ‘babalığın ölümü ve anneden yoksunluk sendromu’na dikkat çekmek istedim. Bu tespit sadece bana ait değil elbette. Birçok sosyolog, psikiyatrist ve psikoloğun da dile getirdiği tüm insanlığı ilgilendiren bir problem. Ben, bu konuda Batı dünyasındaki litratürü de gözden geçirerek sorunu dikkatlere sundum, inanç değerlerimiz ve modern bilimin sunduğu tespitler üzerinden çözüm önerilerini dile getirdim. Bu çalışma toplumumuzda da ilgi uyandırdı. Mehir Vakfımızın beş bin adet bastığı ve ücretsiz dağıttığımız kitap anında tükendi şimdi yeni baskısını yapmak üzere başkanımız Mustafa Özdemir bir çaba içinde. İnşallah bir hayra vesile olmuşuzdur. Aile Yılının ilan edilmesi ile birleştiğinde esasında bu konferansların da bilinç oluşturma kapsamında bizim üzerimize düşen bir görev olarak değerlendirdiğimi, daha fazla bu konu özelinde çaba sergileme sorumluluğunun omzumuza yüklendiğinin bilincinde olduğumuzu da eklemek isterim.”