Musa Mert
Musa Mert AHDE VEFA

AHDE VEFA

İman, inanan insanın, yalnızca Allah’a kul olacağına ve O’na ortak koşmayacağına, O’nun emirlerine göre bir hayat yaşayacağına dair Allah’a vermiş olduğu bir tür sözdür. Allah da verdikleri sözü tutanları cennete koyacağına dair kullarına söz vermiştir:[1]

"Bana olan sözünüzü yerine getirin ki ben de size olan sözümü yerine getireyim!"[2]

“Kim verdiği sözü bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan sözünü yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir."[3]

İşte bu nedenle, seküler, çıkarcı hiçbir kafanın hayır diyemeyeceği cazip tekliflerle gelenlere Hz. Peygamber (s.a.), “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler yine de bu davadan dönmeyeceğim. Ya Allah dini üstün kılacak ya da ben bu uğurda ölüp gideceğim.”[4] diye karşılık veren, Rabbine de "Allâhım! Ben Sen'in kulunum. Gücüm yettiği kadar benden aldığın söze ve bana vaat ettiğine sadakat gösteriyorum!"[5] diye dua eden Peygamber Efendimiz (s.a.), ahde vefanın şahikasıdır. O (s.a.), bütün hayatını Allah’a verdiği sözü yerine getirmeye adamıştır.

. . .

Peygamber Efendimiz (s.a.), insanlara verdiği sözler konusunda da çok hassas davranırdı. Sözünde durmayan insanlardan hoşlanmaz, "Ben kıyamet günü şu üç çeşit insanın düşmanıyım." buyurur ve en başta "Allâh adına yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi"yi sayardı.[6] O (s.a.), hayatı boyunca verdiği sözlerin hepsini mutlaka büyük bir titizlikle yerine getirmiştir. Peygamber Efendimizi (s.a.) en iyi tanıyanlardan biri olan Abdullah İbn Abbas şöyle demektedir:

“Allah Rasulü (s.a.), bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı."[7]

Hz. Peygamber’e (s.a.) göre ahde vefa, en önemli samimiyet göstergesidir. Bu nedenle verdiği sözü tutmamayı münafıklığın bir özelliği olarak görür, şöyle buyururdu:

“Kimde şu dört özellik bulunursa tam bir münafık olur. Kimde de bu özelliklerden biri bulunursa, onu terk etmedikçe kendisinde münafıklıktan bir özellik barındırıyor demektir. Münafık kimse;

(1) Emanete ihanet eder. 

(2) Yalan söyler.

(3) Sözünde durmaz.   

(4) Tartışma ve anlaşmazlık anında taşkınlık eder.”[8]

Peygamber Efendimiz’in (s.a.) ahde vefasının sayısız örnekleri arasındaki, Abdullah bin Ebi'l-Hamsa’nın bizzat şahit olduğu şu olay bunların en çarpıcı olanlarındandır:

“Peygamberliğinden önce Allah Rasulü (s.a.) ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse ücretini hemen getireceğimi vaat ederek gittim. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sadece: Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum.” buyurdu."[9]

Efendimiz (s.a.), ahde vefa konusunda o kadar hassastı ki, çocuklara verilen sözlerin bile çok önemli olduğunu anlatır, “İnsan, çocuğuna söz verip de yerine getirmezlik etmemelidir."[10] buyururdu. Müslüman olmadan önce verilen sözlerin de mutlaka yerine getirilmesini öğütlerdi. Bir hutbesinde Müslümanlara şöyle seslenmişti:

“Cahiliye dönemine ait olsa bile verdiğiniz sözlerde durun, yemininizi yerine getirin. Çünkü Müslüman olmak verilen sözlerin arkasında durmayı daha çok gerekli kılar”[11]

Peygamberimiz (s.a.), düşmanına verdiği sözü dahi tutar, asla sözünden dönmezdi.[12] Hz. Huzeyfe şöyle anlatır:

“Babam Hüseyl ile beraber yola çıkmıştık. Kureyş kâfirleri bizi yolumuzu kestiler ve: “Siz muhakkak Muhammed'in safına katılmak istiyorsunuz.” dediler. Biz de: “Hayır, Medine'ye bu sebeple değil, başka bir iş için gidiyoruz.” dedik. Bunun üzerine bizden, Efendimiz'in (s.a.) safında yer alıp onunla birlikte savaşmayacağımıza dair Allah adına söz aldılar. Medine'ye gelip durumu anlatınca Allah Rasulü’ne (s.a.) şöyle buyurdu: “Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allâh'tan yardım dileriz!”[13]

. . .

Bir acayip Medine Dönemi rehaveti yaşayan ümmet iddiasındaki zamanenin kulakları çınlıyor mu?!

Hani, nerde verilen sözler?!

Ahde vefayı ne yaptık?!

Hani Hz. Peygamber’in (s.a.) ümmeti?!

Onlar şimdi nerede?!

. . .

Allah ellerin(m)izi bırakmasın.

 

 



[1] 3. Al-i İmran suresi, 77. Ayet.

[2] 2. Bakara suresi, 40. Ayet.

[3] 48. Feth suresi, 10. Ayet.

[4] İbn Hişam, I, 265, 266.

[5] Buhari, Deavat, 16.

[6] Buhari, Büyu, 106.

[7] Buhari, Şehadat, 28.

[8] Buhari, İman, 24.

[9] Ebu Davud, Edeb, 82.

[10] Darimi, Rikak, 7.

[11] Tirmizi, Siyer, 30.

[12] Müslim, Cihad, 98; İbn-i Hanbel, IV, 325; İbn-i Hişam, III, 367; Vakıdi, II, 626, 627.

[13] Müslim, Cihat, 98.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musa Mert Arşivi