Ah Kerbela seni unutmadık
Suya Düşen Kan romanı, İslam tarihinin acısı hiç dinmeyen Kerbela hadisesine cesaretle eğiliyor.
60'lı yılların Anadolu'sunda bir Derviş Odası'nda başlayan Kerbela yolculuğunu konu alan roman, okuyucusunu hem sarsacak ve düşündürecek.
Ben bir takım şeyler biliyorum
ki sizler bilmiyorsunuz.'
İmam Zeyn'ul-Abidin
Harun Tokak'ın 'Suya Düşen Kan' adlı romanı, anlamlı bir zamanda, geçtiğimiz Muharrem ayında, okuyucuyla buluştu. Roman, İslam dünyasının yarı saklı gerçeği Kerbela'ya cesaretle ayna tutuyor. Kerbela'ya yolculuk hazırlıkları, 1960'lı yıllarda Anadolu'nun ruhani bir köyünde, bir Derviş Odası'nda başlıyor. Bir muharrem akşamı giriyoruz Derviş Odası'nın kapısından ve 12 uzun karlı kış gecesi boyunca, Mehmet Hoca'ya kulak kesiliyoruz.
Yazar, Mehmet Hoca'nın sesinde, içinde yetiştiği geleneğin (Sünni); dünyayı kültürel bir inşa olarak kurma azmine rağmen, onun başkaldıran 'doğal' gerçekliğinin kıyıcı tarafının sonuna kadar gidiyor ve Kerbela'da yaşanan zulmü, ikiyüzlülüğü perdelemeden olduğu gibi anlatıyor. Kutsalın ayaklar altına alındığı üstelik bunun kutsal adına yapıldığı, aklını henüz kaybetmeyenlerin hak adına 'kıyam'ının çölde yankılanan sahipsiz ve başıboş bir ses olmaktan öteye gidemediği, tam da Yunus'a o acı sözleri söyletecek bir âlem: Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın? Bu yazarın bilinçli tercihi… Belli ki yazar, Hz. Geylani'nin 'Dünyada yarasını tedavi edip devasının acılığına katlanan gibi ol, ' nasihatini kuşanarak yazmış.
GEÇMİŞİN İZİNDE
Suya Düşen Kan'ın okuyucusu, uzun sayfalar boyunca sarsılarak acıyla yüzleşmek zorunda. Mağlupların dünyasında tutulmamış yasın, inkâr edilmiş yaşanmışlıkların süregelen çözümsüzlükleri beslediğini hatırlayacak olursak, yazarın yöntemini takdir etmemek mümkün değil. Öte yandan okuyucuyu derinden sarsıp dünyaya küstüren yazar, kitabın sonunda, yasını tutmuş, acıyla arınmış okurunu güler yüzle karşılayarak yüreğine su serpiyor:
Kerbela yası tutulması gereken bir acıdır ki anlaşılsın ama müjde o yası tutanlara ki, onlar için perde açılmış ve dünyaya Zeynel Abidinler, Caferi Sadıklar, Yusuf Hamedaniler, Yeseviler, Lokman Perendeler, Hacı Bektaşi Veliler yayılmıştır.
'Bir Bing Bang'tı Kerbela,' diyor yazar. Orta Asya'dan Anadolu'ya Anadolu'dan dünyaya ve tekrar Orta Asya'ya uzanan ışıklı bir kuşak gibi sönmüş taşlaşmış yıldızlarından arına arına gittikçe daha çok parlayarak ışıldayan bir Rönesans doğmuştur Kerbela'nın yürekleri sarsan feryadından. Kerbela'nın kurbanlarına gelince onların evladı değil midir diyen, 'Bütün kapıları yüzüne kapatır ki yalnız O'nun kapısında durasın.'
'Kıymetleri bilinmediği zaman tıpkı dedeleri Allah Resulü gibi, yeni insanların diyarlarına, yeni ülkelere hicret ederek asıl işleri olan İslam'ın ışığını yeni sinelere ulaştırmanın derdine düştüler. Kader, Kerbela'da saltanatın yolunu kapayınca, velayetin aydınlık yollarına vurdular kendilerini. Arılık ırmağı, bir bağdan bir başka bağa doğru aktı da, ışık, bir kandilden diğer kandile ulandı çünkü Allah'ın takdirine teslim olmak zaaf değil güçtü. Hem de hiçbir gücün kıramayacağı bir güç.
Kitabın Künyesi:
Suya Düşen Kan
Harun Tokak
Ufuk Yayınları
Kasım 2013