15 Temmuz'un Türk dış politikasına etkileri

Dış politika zaviyesinden bakıldığında, 15 Temmuz kalkışmasının, NATO yörüngesinde bir türlü tutulamayan Türk dış politikasını yeniden "NATO ayarlarına" döndürmek amacıyla yapıldığı söylenebilir.

15 Temmuz'un Türk dış politikasına etkileri

Doç. Dr. İsmail Şahin, 15 Temmuz darbe girişiminin Türk dış politikasına etkisini AA Analiz için kaleme aldı.

***

15 Temmuz darbe girişimi, ağırlıklı olarak Türk demokrasisinin temel meseleleri ve aktörleri bağlamında ele alınıp tartışıldı. Bu doğrultuda darbe girişiminin nedenleri ve sonuçları, iktidar ve muhalefet partileri arasındaki anlaşmazlıklar, askeri vesayet, milli irade, laiklik, din ve politika gibi kavramlar etrafında sorgulandı. Oysa darbe girişiminin en çok etkilediği ve hedef aldığı alanlardan birisi de dış politikaydı.

Dış politika, en genel haliyle, bir ülkenin sınırları dışındaki dünyayla kurmuş olduğu ilişkilerin yönetimidir. Bu ilişkilerin yönetiminde iç politikadaki gelişmeler de son derece ehemmiyet arz eder. Nitekim iç ve dış politikanın birbirinin devamı olduğu kabul edilen bir olgudur. Dolayısıyla dış ve iç politika arasında sürekli etkileşim söz konusudur. Bu yüzden dış politika, geniş bir manevra alanına ve aynı zamanda esnekliğe ihtiyaç duyar. O nedenle dış politika kararlarının tartışıldığı mekanizmalarda mahremiyetin korunması esastır.

Yapılanma: Sistemi içeriden çökertmek

Türkiye’nin yer aldığı, dış müdahalelere açık, çatışma riski yüksek, küresel güçlerin ve otoriter rejimlerin varlık gösterdiği hassas bir coğrafyada bu mahremiyetin önemi daha da fazladır. Zira Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit eden iç ve dış tehlikelere karşı, mahremiyet konusunda gösterilecek bir zafiyet, ülke adına telafisi güç ve imkansız kayıplara yol açabilir.

Diğer taraftan milli sınırların ve çıkarların muhafazası, bölgesel barış ve istikrarın korunması, iyi komşuluk ilişkilerinin gözetilmesi gibi hiçbir milletin aleyhinde olmayan ve uluslararası hukukun temel ilkeleriyle bağdaşan bir dış politikanın tatbikine halel getirmeyecek bir karar mekanizmanın işlemesi, Türkiye'nin saygınlığı ve güvenilirliği bakımından oldukça mühimdir.

O halde Türkiye'nin, konuşlandığı bu netameli coğrafyada milli güvenlik ve ulusal çıkarlarına ilişkin hedeflerine ulaşabilmesi, liyakatli, milli menfaatlere sadık, kanun, tüzük ve yönetmeliklerle belirlenen görevlere aidiyet duyan kamu görevlilerin varlığına bağlıdır. Nihayetinde devletin başarılı bir dış politika izleyebilmesi, ulusal çıkarlarını ilgilendiren konular hakkında sağlıklı öngörülerde bulunabilmesi, terör örgütleri veya diğer devletlerin muhtemel hamlelerini doğru hesaplayabilmesi gibi hassas vazifelerin ifasında, bu kadroların maddi ve manevi açıdan devletin menfaatlerine sıkı sıkıya bağlı olması gerektiği su götürmez bir gerçektir.

Türkiye, dış müdahale ve iç kargaşalarla yorgun düşmüş bir coğrafyanın en kıdemli devletlerinden birisidir. Bu yüzden Türk dış politikasının ana karakterlerinden birisi olan bağımsızlığın müdafaası ve muhafazası, ülkenin küresel ve bölgesel rolünün tayininde oldukça belirleyici özelliğe sahiptir. Bu noktada güçlü ve etkin bir istihbaratın varlığı, Türkiye için son derece önem arz eder. Zira başarısız devlet modellerinin, terör örgütlerinin ve de vekalet savaşlarının eksik olmadığı politik bir iklimde başarılı bir dış politika için güçlü bir istihbarat teşkilatı gereklidir. Bu nedenle Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ); Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Dışişleri, Milli Savunma ve İçişleri Bakanlığı gibi kritik birimlere eleman yerleştirmeye çalışarak devletin ulusal güvenlik mekanizmalarında zafiyetlerin oluşmasına sebep oldu.

İddialar dikkate alındığında, bu durumun iki açıdan Türkiye için ciddi sorunlar doğurduğu anlaşılıyor. Birincisi, ulusal güvenliğe ilişkin mahrem bilgiler dışarıya sızdırılarak diplomasinin esneklik ve manevra alanı daraltıldı. İkincisi ise kritik görevlerdeki FETÖ mensupları vasıtasıyla üretilen yanıltıcı bilgi ve belgelerle devletin yanlış kararlar alması sağlandı.

FETÖ'ye ilişkin yargı kararları, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) açıklamaları, basında yer alan haberler ve akademik çalışmalar dikkate alındığında, bunların tamamında, "söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize bir örgüt olduğunu" belirten birçok ifadeye rastlamak mümkün. Bu bağlamda terör örgütü PKK'ya sızan emniyet ve MİT görevlilerinin listesini PKK yöneticilerine verdiği öne sürülen örgüt mensuplarının çıkarıldıkları mahkemelerce tutuklanması, işin yukarıda bahse konu edilen yönüne ışık tutması bakımından önemli bir detaydır. Bunun yanı sıra FETÖ'nün PKK'ya istihbarat desteği verdiği ve Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov suikastını tertiplediği şeklindeki olaylar dikkate alındığında, konunun milli güvenlik ve dış politika ağırlığı, en saf haliyle görünürlük kazanır.

Kalkışma: Sistemi dışarıdan çökertmek

Türkiye, 2000'li yılların başlarından itibaren ülkenin milli çıkarlarını ilgilendiren Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliği üyeliği, Ermeni meselesi, PKK ile mücadele, Arap Baharı, Suriye, Doğu Akdeniz ve Ege Denizi sorunları gibi birçok başlıkta NATO ittifakı içerisindeki müttefikleriyle ciddi anlaşmazlıklar yaşamıştır. Bununla birlikte Ankara'nın geleneksel dış politikanın dışında aktivist bir çizgiye yönelmesi ve bu bağlamda ABD ile NATO'nun küresel çıkarları yerine bölgesel güvenlik ve iş birliğine öncelik vererek Ankara merkezli milli ve bağımsız dış politika izleme yönünde adımlar atması da müttefiklerince hoş karşılanmamıştır.

Ancak Türkiye'nin dış politik ilişkilerinde, "fikr-i sabit" bir görüntüden uzaklaşarak milli çıkar odaklı bir rotaya doğru dümen kırması "Osmanlıcılık", "eksen kayması", "yayılmacılık" gibi gerçek dışı yakıştırmalarla yaftalanmış ve böylelikle Türk dış politikasında yaşanmakta olan dönüşüm, ısrarla göz ardı edilmiştir. Halbuki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetin Batılı müttefiklerden temel beklentisi, Türkiye'nin çıkarlarını dikkate almayan müttefiklik ilişkisinin revize edilmesini ve bu sayede Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Türkiye'yi de dikkate alan daha rasyonel stratejilerin üretilmesini sağlamaktı. Fakat Batılı müttefikler, Ankara'nın bu yöndeki haklı taleplerini ve eylemlerini anlamak yerine, "Türkiye NATO'dan hızla uzaklaşıyor." şeklindeki ontolojik eleştirilere sponsorluk yapmayı tercih etti.

Bu eleştirilerin yoğun bir şekilde yükseldiği bir atmosferde, 15 Temmuz darbe girişiminin patlak vermesi, darbede ABD'nin parmağı olduğu iddialarının kamuoyunda güçlü şekilde yer bulmasını sağladı. Bu iddialara göre, "Türkiye’deki iktidar, NATO yörüngesinden çıkma eğiliminden dolayı FETÖ eliyle cezalandırıldı." İşte bu nedenle, darbe girişimi yalnızca bir iktidar değişimi olarak değil de Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini tehdit eden bir olay olarak görüldü. Dolayısıyla sonraki süreçte, Türkiye için tekil hakikat, kendi toprakları üzerinde kayıtsız şartsız bağımsızlığını ve egemenliğini yeniden tesis etmek ve bu bağlamda Türk dış politikasında yaşanmakta olan dönüşüme sadık bir dış politika izlemek oldu.

Dış politika zaviyesinden bakıldığında, 15 Temmuz kalkışmasının, devlet adına değil de FETÖ adına çalışan kamu görevlilerinin tüm çabalarına rağmen NATO yörüngesinde bir türlü tutulamayan Türk dış politikasını yeniden “NATO ayarlarına” döndürmek amacıyla yapıldığı söylenebilir. Darbe girişiminin başarılı bir şekilde bertaraf edilmesiyle Türkiye bir taraftan güvenlik boyutu ağır basan bir dış politika çizgisine yönelirken, diğer taraftan kendi güvenliğini temin edecek savunma sanayi yatırımlarına hız verdi. Diplomasinin daralan esnekliğini yeniden genişleterek ideolojik olmayan çok yönlü bir dış politikanın izlerini sürmeye devam etti. Her iki konuda elde edilen başarılardan dolayı Türkiye, NATO içinde daha öz güvenli bir rol oynamaya başladı.

Darbenin başarısızlığı sonrasında Türkiye’yi yalnızlaştırma ve dışlama şeklinde ortaya çıkan eylem tarzı da bir sonuç getirmedi. Bilhassa artan sert ve yumuşak gücünün etkisi, iç mekanizmalarda sağlanan uyum ve değişen jeopolitik sayesinde Türkiye, Ankara merkezli yaklaşımıyla Batı ittifakının saygın ama bir o kadar dikkate alınan bir müttefiki haline gelmeyi başardı.

[Doç. Dr. İsmail Şahin, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir]