"Osmanlı, Sefarad Yahudileri için huzur limanı oldu"
Araştırmacı yazar Naim A. Güleryüz: - "İspanya kralları ve Akdeniz korsanları, Sefaradların tüm mal varlıklarına el koymalarına rağmen sahip oldukları bilgi ve yeteneklerini gasbedemediler. İspanyol Yahudileri, bilgi ve deneyimlerini yeni vatanlarının hiz
İSTANBUL (AA) - GÜLSÜM İNCEKAYA - İspanya kralları ve Akdeniz korsanlarının Sefarad Yahudilerinin tüm mal varlıklarına el koymalarına rağmen sahip oldukları bilgi ve yeteneklerini gasbedemediklerini belirten araştırmacı yazar Naim A. Güleryüz, "İspanyol Yahudileri bilgi ve deneyimlerini yeni vatanlarının hizmetine adadılar. Osmanlı onlar için huzur limanı oldu." dedi.
Türkiye'deki Sefarad Yahudilerinin önde gelen isimleri, İspanya’dan 15. yüzyılda sürgün edilen Yahudilerin, Osmanlı topraklarına kabul edilişinin 527. yıl dönümü dolayısıyla AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Araştırmacı - yazar Naim A. Güleryüz, Aragonlu Ferdinand ile Kastilyalı İsabella’nın 31 Mart 1492’de "Hristiyanlığı kabul etmeyen Yahudilerin, karılarının, çocuklarının ve hizmetkarlarının, yaşları ne olursa olsun ülkeyi terk etmeleri ve bir daha dönmemelerini" emreden ferman imzaladığını anlattı.
İspanyol Yahudilerinin (Sefaradlar) büyük çoğunluğunun inançlarından feragat etmektense tüm varlıklarını terk edip bir gün tekrar dönmek umuduyla evlerinin anahtarlarını yanlarına alarak, İspanya’dan ayrılmaya mecbur kaldıklarını söyleyen Güleryüz, "Bir kısmı en yakın sığınak olarak komşu ülkelere, yani 1497’de kovulacakları Portekiz’e ve 1498’de Hristiyanlığı kabule zorlanacakları Navar Krallığı’na sığındılar. Kimileri Kuzey Afrika’da Berberilerin yaşadığı bölgeye geçti, ancak bir süre kentlere girmelerine izin verilmediğinden sahilde birçoğu açlık ve susuzluktan öldü. Bazı korsan gemilerinin tayfaları yolcu olarak aldıkları Yahudileri soydular veya esir olarak sattılar. Fransa’nın güneyine, Napoli Krallığı'na, Sicilya Krallığı'na göç edenler de değişik tarihlerde zulme uğradı ve ülkeyi terke zorlandılar." diye konuştu.
Güleryüz, 1497 Portekiz sürgününden sonra, Yahudilerin Papa’nın hasmı olan Protestanların çoğunlukta yaşadığı Amsterdam ve Londra’ya gittiklerini, Kolomb’un keşfini takiben Orta ve Güney Amerika’ya da göç edenler olduğunu kaydetti.
Sultan 2. Bayezid'in eyalet yöneticilerine hitaben yayınladığı emri hatırlatan Güleryüz, şöyle devam etti:
"O dönemde Osmanlı İmparatorluğu ise dini, soyu, kültürü ve dili farklı bu göçmenlere kucak açıyordu. Sultan Bayezid fermanında, İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, göçmenlere kötü muamele yapacakların veya zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını buyuruyordu. Piri Reis’in amcası Kemal Reis kumandasındaki bazı Osmanlı kadırgaları da Cadiz ve Sevilla limanlarında bekleyen umutsuz göçmenleri Osmanlı sahillerine taşımaya başladı. Ayrıca Balkanlar üzerinden kara yoluyla gelenler de oldu.
Göçmenler İstanbul, Selanik, Bursa, Gelibolu, Edirne, Amasya, Manisa, Patras, Korfu, Larissa ve Manastır gibi kentlere yerleştiler veya yerleştirildiler. Gerek devletin ve yerel halkın tutumu gerek dindaşlarının desteğiyle kısa zamanda yeni çevrelerine uyum gösteren Sefaradlar dindaşlarıyla, yani Roma İmparatorluğu'ndan beri bu coğrafyada yaşayan Romaniotlar ve 14. yüzyıldan itibaren Orta Avrupa’dan iltica eden Aşkenazlarla kaynaştılar, bilgileri ve dil zenginlikleriyle kısa zamanda üstünlüklerini kabul ettirdiler."
- "Dış ilişkiler, maliye ve tıp alanlarında görevler yüklendiler"
Güleryüz, tarihçilerin İspanya’yı terk eden Sefaradların sayısının 120 bin civarında olduğu konusunda birleştiğini dile getirerek, Osmanlı’ya doğrudan veya dolaylı olarak gelip yerleşenlerin sayısının ise 90 bin civarında tahmin edildiğini aktardı.
İspanya kralları ve Akdeniz korsanlarının Sefaradların tüm mal varlıklarına el koymalarına rağmen sahip oldukları bilgi ve yeteneklerini gasbedemediklerini vurgulayan Güleryüz, "Sanat ve ticaretten anlayan, Endülüs altın çağ kültürünün tıp, felsefe, cebir, kimya gibi konularında yetişmiş, ateşli silah üretimi, tekstil dokuma ve boyama, ipek böcekçiliği, dericilik, bakırcılık gibi alanlarında uzman İspanyol Yahudileri genişleme ve yükselme devrini yaşamakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kalifiye elemana gereksinme duyduğu bir dönemde bilgi ve deneyimlerini yeni vatanlarının hizmetine adadılar, Osmanlı onlar için bir huzur limanı oldu." değerlendirmesinde bulundu.
"İspanya’da daha önce devlet hizmetlerinde bulunmuş olan Sefaradlar, saraya alınarak özellikle dış ilişkiler, maliye ve tıp alanlarında önemli görevler yüklendiler." diyen Güleryüz, şunları kaydetti:
"Sarayın hekimbaşısı ve etibba odasının büyük çoğunluğu Sefarad idi. 16. yüzyılda en parlak dönemini yaşamış, toprakları en geniş sınırlara ulaşmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nda bu danışmanların da önemli katkısı oldu. Bu vesileyle iki noktayı eklemek faydalı olur. İlki, Yahudilerin Türklerle ilk temasının Selçuklular döneminde, Osmanlı Türkleri ile tanışıp beraberce uyumlu yaşamın ise 1326’da Orhan Bey’in Bursa’yı fethiyle başladığıdır. Diğeri, 2. Bayezid döneminde başlayan göç hareketinin Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelişinin ilk olmadığıdır. 14. yüzyılın sonlarında başlayan ve Edirne Hahambaşısı Sarfati’nin 1454/1469 tarihli ünlü çağrısı ile hızlanan süreçte Macaristan, Fransa, Bavyera ve daha birçok Orta Avrupa ülkesinde yaşayan Aşkenaz Yahudilerinin bir kısmı da daha önce Osmanlı hükümranlığına sığınmış, huzura ermişlerdi."
- "Osmanlı hiçbir zaman kültür emperyalizmi uygulamadı"
500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Başkanı Silvyo Ovadya da Osmanlı İmparatorluğu'nun hiçbir zaman kültür emperyalizmi uygulamadığını belirterek, bugün Türk topraklarında Judeo Espanyol (Yahudi İspanyolcası) halen rahatlıkla kullanılıyorsa asırlarca hür olmalarından kaynaklandığını anlattı.
Yahudilerin kendi lisanlarını serbestçe kullandığını dile getiren Ovadya, "Yahudiler dillerinde serbest oldukları için bu arada Osmanlıcayı da yeterli derecede öğrenemediler. Cumhuriyetten sonra Yahudiler Türkçeyi daha iyi öğrenmiştir. Diğer ülkelerdeki Yahudiler için aynı şeyi söylemek mümkün değil, maalesef onlar asimile edildikleri için dillerini unuttular." diye konuştu.
Ovadya, İspanya'dan gelen Yahudilerin uzun süre eğitime önem vermediklerini, okullarda sadece din eğitimi verildiğini aktararak, Osmanlı'daki parlak simaların daha çok Avusturya, Fransa, Macaristan veya İtalya’dan gelen Yahudiler olduğuna dikkati çekti.
Avrupa'da zulüm gören Yahudileri Osmanlı'ya davet eden meşhur Haham Sarfati'nin mektubunu hatırlatan Ovadya, "Sarfati, Edirne hahambaşıdır ve İspanyol engizisyonu olmadan evvel Avrupa Yahudi cemaatlerine bir mektup yazıp Osmanlı topraklarında çok rahat olduklarını belirterek, dindaşlarını Edirne’ye davet etmektedir. Bu geçmişte gördüğümüz olaylardır ancak 1492'den sonra çok büyük kitleler haline geldiklerinden tamamı burada yaşamakta olan Romaniot ve Mizrahi kökenli dediğimiz Yahudilerden çok daha baskın oldular ve ağırlığı teşkil ettiler. Çok rahat bir şekilde yaşadılar bana göre Osmanlı döneminde yeteri kadar asimile olmadılar, halkın içine entegre olmadılar." ifadelerini kullandı.
Ovayda, kendilerinin farklı bir hoşgörü beklemediğini, eşit vatandaş olarak, eşit şartlar altında birlikte yaşamak istediklerine vurgu yaparak, "Osmanlı döneminde hatta cumhuriyetin ilk başlarında İstanbul nüfusunun yüzde 40'tan fazlasını Müslüman olmayanlar teşkil ediyordu. Tabii ki o zaman çok daha uyumlu yaşanmak zorundaydı ve hakikaten öyleydi. Her lisan konuşulurdu ve herkesin birbirinin diline saygısı vardı. En azından her Müslüman bir Hristiyan ve bir Yahudiyi tanıyordu. Bugün öyle değildir. Yani bugün İstanbul'daki 18 bin Yahudiyi 14 milyonun tanıması mümkün mü? Hayır değil. Hayatında hiç Yahudi görmemiş yüzlerce, binlerce insan var. Bugün biraz daha farklı bir ortam var. Hayat şartları daha motorize olmuş. O günkü şartlar çok daha parlak, çok daha yumuşaktı ve birbirine çok daha toleranslı bir ortam vardı o dönemde." şeklinde konuştu.
Kaynak: