Konya’nın gülleri ve Ali Işık
Eskiden şehri tanımak için mahalleleri, sokakları, caddeler bilmek yetmezdi. O mahalle ve sokaklardaki yaşayan halkı, esnafı, seyyar satıcıları da bilmek gerekirdi. Gerçekten de Ali Işık’ın tabiriyle bu güller şehrin rengine bambaşka bir armoni katıyorlardı. Üstadın kitabından aldığımız isimlerden bu güllerden bazıları Ali Hoca, Tut Selma Helil, Ölü var Mustafa, Düt Selahattin, Silleli İsmail, Pir Ali ve Sabile’dir. Bu isimler sadece birkaçıdır. Kitabı edinir okursanız hem o günler hem de bu güzel insanlar hakkında insanın içine dokunan anekdotlar, bilgiler edineceğinizden şüpheniz olmasın.
Önce Ali Işık’ı kısaca tanıyalım: 1954 yılında Kadınhanı-Başkuyu’da doğdu. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebyatı bölümü mezunudur. 1977 yılında Taşkent İmam-Hatip Lisesinde başladığı öğretmenlik hayatını 2003 yılında Konya Lisesinde noktaladı. Konya Kültür ve folkloru üzerine araştırmalarıyla edebi ürünlerini çeşitli gazete ve dergilerde yayımladı. Konya Mutfak Kültürü ve Konya Yemekleri (2006) Mevlevi Mektupları (2010) Ayaşlı Şakir Hayatı ve Şiirleri (2011) Konya’nın Kırk Çocuk Oyunu (2015) ve Vali İngiliz Sait Paşa’nın Konya Günleri (2018) adlı kitapları yayımlandı. Konya Ansiklopedisi’nin yayın kurulu üyeliği ile redaktörlüğünü yürüten Işık, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve Konya Fikir Sanat Adamları Birliği Derneği üyesi, evli ve iki çocuk babasıdır.
Kitabın ön sözünde Işık yazılış sebeplerini şöyle sıralıyor: Çocukluk dönemlerimin Konya’sını hatırlıyorum zaman zaman. Çarşısıyla, merkez ve merkez ve ücra sokaklarıyla tarihi bir şehir olma vasfını bugünkü kadar kaybetmemiş bir Konya’yı...
Günümüzde sadece birkaçı kalmışsa da o Konya’nın birtakım nirengileri vardı. Siz buna “köşeleri” de diyebilirsiniz. Konya o köşeleriyle anılır, tarif edilir, hatırlanırdı. Bu nirengiler bazen bir yapıydı: Heykel gibi, Fenni Fırın gibi... Bazen yaşlı bir ağaç: Cevizaltı gibi, İlyas’ın Kavakları gibi... Bazen de renkli bir insan: Şikemperver Sıçanlızade (1889-1963 Konya’da oburluğu ile tanınmış şair bir eğitimci ‘Sırcanlızade’ olan aile lakabı, Konya’da yanlış bir şekilde ‘Sıçanlızade’ olarak yaygınlaşmış.) ya da insanlar: Meczuplar gibi.
Şimdi Ali Işık’ın güllerinde sadece biri olan Sabile hakkında yazdığı kısımdan okuyalım: 1960 öncesi çocukluk yıllarım... Güllükbaşı’nda oturuyorduk o zamanlar. Yanımızda kalan amcam Bedesten İçi’nde bir terzinin yanında çalışıyordu. Bazı günler anacığımın işe dalıp beni unuttuğu anlarda bir pundunu bulup soluğu amcamın çalıştığı dükkânda alırdım. Ustası Mehmet amcanın güleç yüzü, tatlı dili, ikramları bu kaçışlarımın suç ortağıydı. Evden Mehmet amcanın dükkanına giderken mecburen Hükûmet Meydanı’ndan geçerken mutlaka görürdüm Sabile’yi. Korkumdan uzağından geçerek ulaşırdım menzilime. İlkokulu bitirdikten sonra görmez olduğum Sabile’yi, üzerinde kaba kumaştan kırçıl mantosu, ama elinden ama ağzından hiç eksik etmediği sigarasıyla hatırlarım.
Sabile rahmetli 1332 (1916) senesinde Arnavutluk Preştine sancağı Hertişik köyünde doğdu. Babasının adı Şakir, annesinin adı Arziyekiro’dur. Soyadı almamıştır. Henüz yedi-sekiz yaşlarında iken menenjit hastalığı neticesi ruhi bozukluklar ve sara krizine tutuldu. Sabile 12-13 yaşlarında iken tahminen 1928-1929 senelerinde Konya’ya ailesiyle birlikte gelip yerleşmişlerdir. Beş kardeş idiler. Babaları birkaç sene sonra ölünce Sabile’yi büyük ablası Rabiye Hanım himayesine alarak ölümüne kadar ona bakmıştır. 23.09.1965 günü kırk dokuz yaşında yakalandığı zatüreeden kurtulamayarak vefat etti. Aynı gün Musalla Kabristanı’na defnedildi. Sabile’nin ölümü ile Konya Hükümet Meydanı cidden ıssız kaldı.
Evet sevgili Ali Işık üstadımızın Konya’nın Gülleri kitabında bunun gibi onlarca isim yer almakta ve Konya’nın o günlerine ve insanlarına ışık tutmaktadır. Bir meczubun ölümünden sonra ıssız kalan bir meydanı düşünebiliyor musunuz? Günümüzde her gün birçok insanını kaybediyor bu şehir, kimsenin yokluğunu hissettirmiyor bu kalabalık şehir. Renksiz, kokusuz ve giderek ruhsuzlaşan bir şehirleşme bütün dünyada olduğu gibi bizleri de sarıp sarmalıyor. Gelişiyoruz elbette ama o güzel günlerin ne insanları var ne de onarın çeşitli nükteleri, avazları, nazları... Artık bu şehrin esnafları bir meczubun karnını doyurup, eline harçlık vererek günlük rızkına bereket aramayı çoktan bırakmış durumda. Modern şehirler artık meczuplarını hastane köşelerinde saklayarak, her şeyi olduğu gibi bunu da idealize etmiş durumda.
Ne mutlu ki bize hala o günleri, o insanları, o hayatı yazan, hatırlatan sayıları az da olsa Ali Işık gibi yazarlarımız var. Günlerini, mesailerini meccanen harcayıp bizlere böylesi kitaplar sunuyorlar. Allah onlardan razı olsun.
Sevgiyle kalın.